Mezopotamya’nın en eski
şehirlerinden biri olan Mardin, farklı dil, din ve mezhepten insanların
bir arada yaşadıkları ilginç bir şehir. Süryaniler, Sümerler, Akadlar,
Babiller, Mitanniler, Asurlar, Bizanslılar, Araplar, Persler, Selçuklular,
Arturlar, Osmanlılar gibi pek çok devlete, millete, kavime ev sahipliği yapan bu
şehir, sit alanı olarak ilan edildikten sonra ikiye ayrılmış.
Bizim şehri gezmek için sadece bir
günümüz vardı. Bu nedenle vaktimizin çoğunu taş evlerin, abbaraların,
medreselerin, kiliselerin olduğu bölgede yani Eski Mardin'de geçirmeyi tercih
ettik.
Abbara karanlık, oyuk geçit anlamına geliyor...
Aynı ailelerin farklı parsellerini ya da sokakları birbirine bağlayan bu geçitlerden
Mardin'de bolca bulunuyor.
Şehrin adını Pers Kralı Ardeşir'in
buraya yerleştirdiği Marde kavminden ya da Pers Kralı Mardin’den aldığı gibi
sayısız söylenti dolaşıyor.
Suriye ile sınır komşusu olan
Mardin, İpek Yolu güzergahı üzerinde olduğu için ilde beş han, bir kervansaray,
Mardin Kalesi, Kız Kalesi (Kalıtmara), Arur Kalesi, Erdemeşt Kalesi gibi
pek çok da kale bulunuyor.
Şehrin
dar ve merdivenli sokaklarında dolaşırken en çok dikkatimi çeken şeylerden
birisi eşeklerdi.
Bu eşekler Mardin Belediyesi'nde kadrolu çalışıyor.
Görevleriyse çöp toplamak!
Kürtlerin, Hıristiyan Süryanilerin, Sünni Arapların,Türklerin, Yezidilerin ve Ermenilerin bir arada yaşadıkları
Mardin'de, Deyrulzafarân
Manastırı, Mor
Gabriel, Mor Yakub ve Meryem Ana gibi bir çok Süryani Manastırı ve kilisesi bulunuyor.
Bu güzel taş yapılardan birini kadına yönelik şiddet
ve namus cinayetlerine karşı çalışmalar yürüten Kadın Merkezi (KAMER) Vakfı
kullanıyor. Kadınların işlettikleri bu cafeden elde edilen gelirse şiddete
maruz kalmış kadınlar için kullanılıyor.
Kervan
yollarının kesiştiği bir noktada olması sebebiyle Mardin'de yemek
kültürü çok geliştirmiş. Güveç, sembusek, irok, kaburga dolması, lebeniye,
bello, kliçe, bırgıl, maldum, kibe gibi yöresel yemekleri var. Bir de mor badem
şekerleri ve şeker gibi çocukları...
Mardin'de çeşit çeşit yöresel peynir bulunuyor.
Bazı peynirler çörek otu katılarak lezzetlendiriliyor. Eski Mardin'deki köy
pazarında envai çeşit peynir bulmak mümkün...
Mardin'in en
kötü yanlarından birisi yiyeceklerin açıkta satılıyor olması...
40 derece sıcağa rağmen etler dolapta değil dışarıda tutuluyor.
Mardin'de de, Hasankeyf'teki gibi, hemen her evin
eyvanı bulunuyor. Hava çok sıcak olduğu için bu eyvanlarda gündüz oturuluyor,
gece yatılıyor.
Altını ve gümüşü dantel gibi işleyen meşhur Mardinli telkari ustalarının sayısı bir elin parmakları kadar kalmış neredeyse...
Telkari bu bölgeye ait bir gümüş işleme sanatı.
İnce gümüş teller elle birleştirilerek nefis takılar yaratılıyor. Bu sanatın mazisinin
MÖ 3000'lere dayandığı söyleniyor.
Zaman geçirmekten keyif aldığımız bir başka yer de
ürettiği bıttım sabunlarını ABD, Japonya, İngiltere, İspanya ve Almanya'ya
ihraç eden Mardinli sabun üreticisi Mehmet Dede'nin dükkanı. Mehmet Usta'nın
müşterileri arasında İngiltere Prensi Charles, Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah
Gül gibi isimler bulunuyor.
Urfa'ya doğru yola koyulmadan önce Midyat'ta düğüne
bile gittik...
O gece iki acayip şarkı öğrendik:
"Ana bana duz gönder, duz
bulamazsan buz gönder"
vay vay sana vay sana, kapsama alanımdan
çıksana"
Fotoğraflar: Mehtap Doğan + Tülin Semayiş