Translate

28 Ağustos 2012

Gönen'e gitti, gelecek!




Ilgaz, 2011

Gönen’de 90 Kadın!
Benim de üyesi olduğum Sosyalist Feminist Kolektif, 30 Ağustos – 2 Eylül tarihleri arasında 5’inci kampını Gönen’de gerçekleştirecek. Birleşik Metal-İş Kemal Türkler Eğitim ve Tatil Sitesi'nde yapılacak kampa İstanbul, Ankara, Eskişehir, Adana ve İzmir'den SFK’lı 90 kadın katılacak. 




Bolluk diyarı İmroz

Çorak toprakların bereket tanrısı Imbrasos’un bolluk diyarı
İMROZ
Bayram tatilinde Ku­zey Ege’de­ki iki Türk ada­sın­dan bi­ri olan İm­roz'daydık. 
Tür­ki­ye’nin en bü­yük ada­sı olması, en ba­tısında bulunması ve gü­ne­şin en son buradan batması gibi bir dolu özelliği bulunan İmroz (Gökçeada), üzerinde barajı olan, doğal su kaynakları açısından cömert, denizi temiz, meyvesi nefis bir ada






Ça­nak­ka­le’ye bağ­lı olan adaya arabalı feribotla  gittik. Feribotun yanaştığı Kuzu Limanı’na en yakın yerleşim yeri 7 km uzaklıktaki ada merkezi. Deniz kenarında olmamasına rağmen adada en fazla otel ve restoran bulunan yer burası.

***
Biz gider gitmez minibüs duraklarının arkasındaki çay bahçesinde soluklandık. Mekan sahibine yardım eden minik Deniz, hemen yanlarındaki turizm danışma ofisinden bir harita getirip görmemiz gereken yerleri bir bir sıraladı. 
Deniz bizi “büsbüyük atlama dubası” olan Bademli’deki Yıldız Koyu’na yönlendirse de biz planımızı bozmadık ve sörf yapma hayali kurduğumuz Kefaloz'a doğru yola koyulduk.

Gök­çea­da’nın de­ni­zi, hayatım boyunca gördüğüm en temiz deniz olsa gerek. Yıldız Koyu, Laz Koyu, Kefaloz gibi de­ni­ze gi­ri­le­bi­le­cek çok sa­yı­da ba­kir koyu var. Doğası nefis, havası temiz adada sörf’ün yanı sıra kitesurfing , atv turu ve dalış yapmak da mümkün. Kitesurfing, kiteboarding olarak da bilinen, güçlü bir uçurtma...

**
Bol rüzgarlı Kefaloz
Kefaloz dünyanın önemli rüzgar sörfü (windsurf) merkezlerinden biri. Buraya gittiğimizde kendimizi başka bir ülkede gibi hissettik. Çünkü daha çok Bulgar sörfçülerin tercih ettiği Kefaloz’da hemen herkes Bulgarca konuşuyor…



Rüz­ga­ra rağmen neredeyse hiç dalgalanmayan deniz öyle berrak ki, ayağınızın altında dolaşan mırmır sürülerini görmek için dalmanıza bile gerek kalmıyor. Ben bir tek mırmır sürülerini gördüm ama yol arkadaşım Emel, bu durumu gözlerimin bozukluğuna bağlıyor. Ona sorarsanız dipte minik kalkanlar ve yılan balıkları da yüzüyor!...  

Yeşil yoksulu Kefaloz’un her yanı ge­venlerle (dikenli çalılar) kaplı. 1.200 metre uzunluğundaki plajın tek ağacıysa Şen Camping’te bulunuyor. Hal böyle olunca çadırımızı minicik bir palmiye ile kocaman bir hoparlörün arasına kurmamız gerekti.



Denizin muhteşemliğine rağmen bangır bangır çalan Serdar Ortaç’ın dayanılmaz şarkıları, plajın kalabalıklığı, sosyalleşebilecek mekanların yoksunluğu, yayılmak için tek bir sedirin bile bulunmaması tatil sonuna kadar kalmayı planladığımız Kefaloz’dan erken ayrılmamıza sebep oldu. Buradan ayrılmadan Aydıncık ve Kefalos plajının ortasında yer alan Tuz Gölü’nü de ziyaret ettik.

Tuz Gölü'nde çamur banyosu

Deniz ve yağmur suyundan oluşan gölden siyah bir çamur çıkıyor. İçerisinde bol miktarda kükürt olduğu söylenen bu çamurun romatizma, sedef, kireçlenme gibi hastalıklara iyi geldiğine inanılıyor. Plajda çok sayıda çamurlanmış insana denk gelsek de biz temizliğinden endişe duyduğumuz çamurdan sürünmeye cesaret edemedik.  


Kefaloz'da geçirdiğimiz ilk gecenin ardından çadırımızı toplayıp, denk gelen ilk minibüsle önce kent merkezine oradan da Bademli Köyü’ne gittik. 

Ada halkı o kadar iyi ki bazen fazla ilgi sizi zora sokabiliyor. Öyle ki “Bademliye nasıl gidebiliriz” diye tarif sorduğunuz adam minibüse atlayıp sizinle gelebiliyor, hatta siz daha “ne yapsak” diye karar verememişken apar topar indirtip kala kalmanıza sebep olabiliyor.

Adanın balkonu Bademli'deyiz
Bademli, Zeytinli, Tepeköy ve Dereköy  gibi kentsel sit alanı ilan edilerek koruma altına alınan Rum köylerinden biri... Adanın balkonu diye anılan Eski Bademli’nin (Gliki) ismi etrafını saran badem ağaçlarından geliyor. Yeni Bademli ise turistlerin konaklamayı tercih ettiği en popüler yerlerden biri. Biz, bayram kalabalığı nedeniyle, bulduğumuz ilk aparta yerleşmek zorunda kalsak da köyde bolca çadır alanı, apart ve pansiyon var…


Gökçeada’da konaklamaya çok fazla para ayırmak gerekmiyor. Adada yaygın olarak ev pansiyonculuğu yapılıyor. Biz önceden rezervasyon yaptırmadığımız için yer bulmakta güçlük çektik. Bu nedenle iki kişi için fazlaca büyük olan Şeker Pansiyon’a yerleştik. İki çift, bir tek kişilik yatağı olan, iki oda bir salon aparta günlük 60 TL ödedik. Şeker Pansiyon’un şeker gibi sahipleri sayesinde de bol bol organik sebze, meyve ve yoğurt yedik. 

300-400 senelik zeytin ağaçlarının olduğu ada, organik tarım için pilot bölge olarak seçilmiş.
Yeni Bademli'de hemen herkes kendi bahçelerinden topladığı meyve-sebzeyi kapısının önünde satıyor. Köylüler ticarete henüz uzaklar. Kapısının önüne ilk kez sebze çıkaran teyze koca kavunları 1 TL’den satıyor. Siz 1 TL vermekten, o para almaktan utanınca alış veriş uzadıkça uzuyor… Adanın sebze meyvesi kadar ekmekleri de çok lezzetli. Merkez dışında fırını olan tek köy burası. Köyde internet kafe ve restoran da bulunuyor.

Deniz kenarındaki tek yerleşim Kaleköy
Müthiş güzel bir kordonu var. Affedersiniz ama bir de gece hayatı bulunuyor! Gece hayatı dedimse bira mira satılıyor!” diye anlatılan Kaleköy’e de gittik. Bademli’den Yıldız Koyu’na yada Kaleköy’e yürümek sadece 10 dakikanızı alıyor.






Köy­ler, za­ma­nın­da kor­san sal­dı­rı­la­rın­dan ko­run­mak için yük­sek te­pe­le­re ve de­niz­den uzak böl­ge­le­re ku­rul­muş. O yüz­den Ka­le­köy’ün aşa­ğı­sın­da­ki li­man­da sı­ra­lı üç beş ev dışında de­niz kı­yı­sın­da yer­le­şim yok.


Antik dönemden kalma bir yerleşim yeri olan Kaleköy’de (Kastro) hiç Rum yaşamıyor. 20-30 sene önce Doğu Anadolu'dan göçen (!) Kürtler burada ikamet ediyor. 






Köyün aşağısındaysa, geçmiş zamanlardan beri kullanılan bir balıkçı barınağı, kahveler, hediyelik eşya standları, Rum müzikleri dinleyebileceğiniz irili ufaklı birkaç meyhane ve Akdeniz Akşamları’ndan hallice müziklerin çaldığı bir de bar bulunuyor. Kordon denilen yerse neredeyse iki adımda bitiyor! 




Yolun hemen sonundaki kayalıkların manzarasıysa nefis. Bence adada gün batımının ve kayan yıldızların seyredilebileceği en güzel noktalardan biri burası. 



...ve tabi keyifle çay içebileceğiniz!

**
Sualtı zengini Yıldız Koyu
Homeros’un İlyada destanında deniz tanrısı Poseidon’un adası olarak geçen İmroz'un, kuzey  kı­yı­la­rı oldukça ilginç.



Koyun bir yanında kumsal, bir yanında da kayalıklar var. Kayalıklara monte edilen merdivenden, dev bir havuza girer gibi, denize giriyorsunuz. 


Yıl­dız­koy’da  genç je­olo­jik dö­ne­me ait ka­yaç­lar bulunuyor. Biz gidemedik ama Kaş­ka­val Bur­nu’nun (Pey­nir Ka­ya­lık­la­rı) daha güzel olduğu söyleniyor.


Türkiye'nin ilk Sualtı Milli Parkı sınırlarında yer alan Yıldız Koyu'nda, sualtındaki zenginliği görmek için, şnorkelle yüzmekte fayda var. Etraf biraz kayalık ama rahatlıkla denize girilebiliyor.






Koyun içinde sadece dış duvarları ayakta duran eski bir şapel, bir camping tesisi ve Kayıkçı adında küçük bir işletme var. 




Yunan Mi­to­lo­ji­ine gö­re, Gök­çea­da ve Se­ma­di­rek ada­la­rı ara­sın­da Ak­hil­le­us’un an­ne­si The­tis’in sa­ra­yı, Gök­çea­da ile Boz­caa­da (Te­ne­dos) ada­la­rı ara­sın­da ise Po­sei­don’un ka­nat­lı at­la­rı­nın ahır­la­rı bu­lu­nu­yor.



**
Dereköy pek hüzünlüydü...



Zamanında Türkiye'nin en kalabalık ve büyük köyü olan Dereköy’e daha girmeden hüznü bulaşıyor. 

1960’larda boşaltılan köyde, yüzlerce Rum evi, yıkılmamak için direniyor... 


      Gökçeada’da ilgi gören bir başka ayrıntı da 
ça­ma­şır­ha­neler... 

Ge­nellikle çeş­me­le­re yakın inşa edilen çamaşırhanelerin en büyüğü Dereköy’de bulunuyor.





Bir gece önce içtiğimiz Metaxa'dan mı, fotoğraf çekme telaşımızdan mı bilinmez ama Dereköy'e kadar gidip çamaşırhanelere bakmayı unuttuk. 

Bu arada köyde ibadete açık iki de kilise var; Hagia Marina ve Koimesis Tis Theotokos kiliseleri…






** Barba Yorgo'nun
TEPEKÖY’ü
Gökçeada’nın Rum Köylerinden en yüksekte olanının adı Tepeköy. Burayı gezimizin üçüncü gününde bize dahil olan arkadaşlarımızın sayesinde görme fırsatı bulduk. Eski ismi Agridia olan köy, merkeze 11 km uzaklıkta. Agridia Yunanca'da "küçük tarlalar" anlamına geliyormuş. Volkanik Aya Dimitri tepesinin yamacına kurulan köy Barba Yorgo'suyla ünlü! 



Barba Yorgo köy meydanında bulunan, adanın tek Rum tavernasını işletiyor. Aslında kimya mühendisi olan Yorgo, 38 sene İstanbul'da yaşadıktan sonra, İmroz'a dönmüş. Çünkü 38 sene boyunca rüyalarında hep burayı görmüş. 


Ada'nın tek Rum tavernasını açarak ölmüş köyünü yeniden canlandıran Yorgo'nun şarapları arasında en çok “retini” rağbet görüyor. Çam fıçısında dinlendirilen şarabın tadı biraz buruk olsa da Yorgo’nun gülen yüzü ekşi bütün tadları alıp götürüyor…



Yunan cacığı, ahtapot salatası, ızgara ahtapot ve supya yediğimiz Yorgo’nun tavernasında Greek ezgileri eşliğinde içenler kadehlerini “şerefe” ya da “ya hara” diye kaldırılıyor. 


Yorgo tavernasındaki ortamıysa şu dizelerle özetliyor:

“İKİ YABANCI GİBİ, KARŞILIKLI İKİ KIYIDA,
AYNI RAKIYLA DUMANLI KAFALARI
DİLLERİNDE AYNI ŞARKI,
DUDAKLARINDA AYNI TEBESSÜM,
KİM İNANIR Kİ DÜŞMAN OLDUKLARINA?”


**
ZEYTİNLİ’de kahve molası

Zeytinli’ye Gökçeada merkezinden minibüsler kalkıyor ama biz saatinde durakta olamadığımız için yürümek zorunda kaldık. Böğürtlen ve incir dolu yolda yürümek pek keyifli olsa da sıcaktan kavrulunca yolun kalanına otostopla devam ettik. Adada toplu taşımanın yaygın olmaması nedeniyle otostop çekmek gayet doğal karşılanıyor.  



Bizim aktarlardan gram gram aldığımız badem, ceviz, ke­kik, bö­ğürt­len, ada ça­yı, ıh­la­mur gi­bi bit­ki­ler adada ya­ba­ni ola­rak ye­ti­şi­yor. Adanın her yerinde kendi başlarına yayılan koyun ve keçilerle yolunuz illa ki kesişiyor…


Köye gidenlerin uğramadan dönmemesi gereken dört mekan bulunuyor. Biz ancak ikisine gidebildik… Bunlardan biri Madamın Kahvesi. Dibek kahvesiyle ünlü kahveyi artık madamın oğlu Kosta işletiyor.







Sokağın başında bulunan Barba Hristo’nunsa zeytinlik manzaralı, nefis bir balkonu var. 


Biz hararetimizi dindirmek için buzlu kahve içtik ama aslında burası sakızlı muhallebisiyle ünlü. Rum mutfağına özgü cicirya da Zeytinlik'te satılıyor.




Gökçeada’da tattığımız en güzel lezzetlerden biri üzerine dereotu ve zeytinyağı serpilerek servis edilen balık pastırmasıydı. (Yakşi Konserve markasıyla da satışı yapılıyor.) Daha önceki ziyaretimde yediğim yabani otlardan yapılan gözleme ve domates reçelinin lezzetini de unutamıyorum. Biz yemedik ama oralara kadar gitmişken sakızlı muhallebi, efibadem, cicirya ve vişinada’nın da tadına bakmak gerekiyor. 


Efibadem, Rumlara özgü bir kurabiye çeşidi. Adanın merkezindeki Meydani Pastanesi’nde bolca satılıyor. Cicirya ise bir çeşit peynirli pizza. Özel mayalı hamur hazırlandıktan sonra üstüne keçi peyniri, nane, kekik ve sütten oluşan harç dökülüp fırına veriliyor.





**
Laz Koyu


Aslında niyetimiz Uğurlu’ya gitmekti. Zeytinlik dönüşü bindiğimiz araçta Laz Koyu çok övülünce rotamızı buraya çevirdik. İyi ki öyle yapmışız...  

Laz Koyu merkezden uzak olduğu için adadaki diğer koylara göre daha sakin ve bakir.




Laz Koyu’nda Karadenizli bir ailenin işlettiği küçük bir cafe bulunuyor. Koyda elektrik yok. Bu yüzden sadece tost ve köfte yapılabiliyor. Tek cafe olduğu için yer bulmak biraz zor. Siparişler geç, biralar sıcak gelse de güzel vakit geçiriliyor...




Plajda topuklu ayakkabıyla gezen tek kadın cafenin sahibinin kızı Serap. Serap böceklerden korkan bir biyolog! Tatil dönemi koya gelip ailesine yardım ediyor. Daha ikinci gidişimizde "onlar eski müşteri" diye babasını uyarması, kot eteğinin cebine sokuşturduğu adisyonu, 10 masaya aynı anda laf yetiştirme kabiliyeti, yenilikçi kişiliğiyle Serap tatilimizin en akılda kalan ismi olmayı hak ediyor...

Koyda, "şemsiye 5, duş 1 TL" yazsa da bunu denetleyebilecek bir tek kişi yok. Taş çatlasa 40 tane olan şemsiyelerin üzerinde yazan rakamlarsa 60’lara kadar çıkıyor. Bize kalırsa Laz Koyu da adını fazlasıyla hak ediyor!




Adadan ayrılırken içimizde kalan iki şey vardı, araç ulaşımının olmadığı koylara tekne turu yapmak ve dalış dersi almak. Zaman sınırlı olunca her şeyi sığdıramadık. 
Sırf bu yüzden bir daha gitmeye değer gibi geliyor...




Bir de bunlar var... 


ü  Gökçeada’ya İstanbul’dan gelenler için Eceabat üzerinden Kabatepe Limanı, Anadolu’dan gelenler için de Çanakkale Limanı daha uygun. Gökçeada’da sivil havacılığa açık havaalanı da bulunuyor.



ü  Adanın neredeyse tek olumsuz yanı hava şartları ve yolcu yoğunluğuna göre gemi seferlerinde farklı saat tarifeleri uygulanıyor olması. Bu nedenle Gökçeada’ya giderken ya da adadan dönerken mutlaka gemi saatleri konusunda bilgi almanız gerekiyor. Biz daha önce fırtına yüzünden adada kalmayı deneyimlediğimiz için daha temkinliydik. Bu defa görece sorunsuz bir yolculuk geçirdik.



ü  Adada Ziraat ve İş bankalarının birer şubesi bulunuyor. 
Bu yüzden tedbiri elden bırakmamak gerekiyor.



ü  Köylüler, pazar günü Fatih Mahallesi'nde kurulan açık pazarda salça, sabun, kekik gibi doğal ürünler satıyor. 

 

ü Hediyeliklere gelince zeytinyağı, yağmur suyu, keçi sütü, kekik kullanılarak üretilen İmroza Sabunları, kekik balı, patlıcan - domates reçelleri, şarap gibi pek çok doğal alternatif bulunuyor.





Fotoğraflar: 
Emel Coşkun & Mehtap Doğan