Translate

25 Ocak 2014

Ninoş


Çok özlüyorum seni, huzur içinde uyu...

NİNOŞUM

23.01.2016


Ankara


Ankara 2013

"Ben gönlümü yollar için saklıyorum..."

 



Son bakıştaki o gözler...






Hrant için...

                                                                                                                                                                                                                                                          Nar Foto
HRANT İÇİN...
Hrant Dink anmasında bu yıl Gülten Kaya konuştu, “İstihbaratıyla, güvenlik birimiyle, medyasıyla artık tanıdığımız korunaklı bir şemsiyenin altında gayet nizami bir cinayet işlediler” dedi.

...ADALET İÇİN
   19 Ocak 2014 / GÜLTEN KAYA

"Merhaba arkadaşlar, Hrant’ın sevgili kardeşleri;
Bizler, 19 Ocak’ta düştük, kanadık. Neredeyse yüz yıl boyunca hayatlarımızda asılı duran ve devletin yüzünü asan bir tartışmayı bitirecek olan insanın da buralardan gidişi üzerinden tam yedi yıl geçti. 


 Bu siyasi cinayetin satrancındaki tüm hamleleri, vezirini, şahını, piyonunu görebiliyoruz artık.

Kollarını, halkların birlikte, yan yana, birbirlerine dokunarak yaşama kültürünü oluşturmasına sıvayan Hrant Dink’in çabasıyla oluşturabileceğimiz mutabakatımıza, ortak yaşam protokolümüze sıkıldı kurşunlar. Çünkü tam orada duruyordu Hrant.
İstihbaratıyla, güvenlik birimiyle, medyasıyla artık tanıdığımız korunaklı bir şemsiyenin altında gayet nizami bir cinayet işlediler.
Bu intizamlı süreçte, derin yerlerden havalandı kuşlar ve gelip gelip medyanın başlıklarına kondular. Gördük. Okuduk.
Zamanın içinden geçerken sabrımızı, metanetimizi, tevekkülümüzü sınadık. Bizler bu sınavı verirken içimizdeki kuşlar göç etti, yapraklarımız döküldü, Ocak ayında karartıldı ocağımız.
Adadan uzaklaştı kayığımız ve sustu içimizdeki şarkılar.
Kardeşimiz Hrant, bizler, burada olanlar, kardeşlerin ve arkadaşların,  tam yedi yıl önce senin ayakkabılarını giydik ve öyle basıyoruz yere.

Senin muhteşem aklına soruyoruz şimdi; adalet yere düştüğünde insanlık hangi pusulayla bulur yönünü?

Giderek hantallaşıp budanan, hareket alanı kalmamış bir hukukla yola nasıl devam edeceğiz derken, yolumuz parklara düştü. Tarihin zamana boyun eğdiğini gördük, orada aldık senin de selamını, kumru ve serçelerden.  “Gittiler” dediklerimiz parkın ağaçları arasından gülümsüyordu, o uzun gölgeli gençlere ve çocuklara… Resimlerdeki suretleriniz bir dokunuşta ve oracıkta canlanıverdi.
İnsanlık ve yurttaşlık adına bir manifesto yazıldı, herkes gördü.
Hayatlarımızı dilim dilim doğrayan cüretkârlar!

Acının üzerine tuz eken bu devletin askeri yargısı da sivil yargısı da merhametten ve adaletten yoksundur artık. Bu cümlemizi koyduk orta yere, çünkü evlatlarının kahrından ölüyor artık,  Roboskî anneleri. O kahırla öldü Fadime Ayvalıtaş ve Berfo anne. Onların ve Cumartesi annelerinin bedduası değil,  âhı yükseldi gökyüzüne, bu âhı duyanınız var mı? Bu ah gelip bulacak sizleri, anlamayanınız kaldı mı?

KCK davalarından Alevilere, avukatlara, gazetecilere, öğrencilerden, gezicilere, LGBTİ haklarından tüm insan haklarına, topluma yayılan koku ve korkunun kılavuzu kim? Yüzünüzdeki örtü iyice aralanıyor ve görüyoruz arkasındaki siluetlerinizi. Çünkü bir yüzünüz bile yok sizin!
Cepheler arasında kendi mevzilerinize yığınak yaparken sizler, yalanlarınız,  ihanetleriniz ve kırımlarınızla elimizden dünyayı düzeltecek başka çocuklarımızı da aldınız. Ali İsmail’i, Ethem’i, Abdullah’ı, Mehmet’i, Mustafa’yı, Medeni’yi, Ahmet’i aldınız. Oğul öksüzü yaptınız anne babaları.
Bu ülkenin evlatlarına hain pusular kuruldu başka topraklarda, 3 kadın yere düşürülüp omuzlara alındı Fransa topraklarında, unutmak mümkün mü, ne çok ocağı söndürdüğünüzü. Bunların da ahı duruyor orta yerde, bir utanç duyanınız var mı?
Plastik mermilerle, gaz fişekleriyle, gözümüzü çıkardınız. İnsansız uçaklarınızdan insanlara bomba yağdırarak girdiniz çocukların uykularına. Kolunun altındaki sıcak ekmeğine attığınız gaz kapsülünden beri bir hastane odasında uyuyor Berkin Elvan. Halkın cümlesiyle; bunu yapanlara haram olsun uykular!
İkballeriniz uğruna izanınızı-insanlığınızı kaybettiniz. Yordunuz, kırdınız, kıydınız. İnkar ettiniz, sizleri belleğimize kazımayı farz kıldınız. Bunları da ekledik tüm acıların kayıtlı tarihine.
Neresi memleket sizin için, kimler memleket evladı, hangi dereler sizin oluyor ki parklara, dağlara göz dikiyorsunuz!
Neyiniz hakkaniyetli, neyiniz hakikatli sizin?
Bomboş retoriğiniz ve yüz yıllık reflekslerinizle adlarımızı dahi unutmamızı istediğinizi bizler nasıl unuturuz?
2014 yılındayız, içinizden tekrar edin lütfen, 2014! Ve komşularımıza kamyonlar dolusu barış demokrasi ve insan hakkı değil, kamyonlar dolusu silah taşıyoruz! Yani, birbirinizin gözlerinin içine bakarak birbirinizi öldürün diyoruz onlara!
Bu günahları yıkayacak bir yağmur olmayacak!

Böyle bir memleket mi ağartsın yüzümüzü? Bayramı zehir, kandili ışıksız, bahçesi dağılmış, ocağı söndürülmüş günahsız insanların kuşlar gibi vurulduğu bir memleket mi?

 Ömrümüzü sızlatan tüm kayıplarımızla tarih ve yemin kelimelerini yan yana kullanıyoruz artık. Başka bir adalet yoksa hayatın adaleti tutacak yakalarınızdan biliyoruz. 

Sözün özü; devletin dürüstlüğünden kuşku duymayan kaldı mı aramızda arkadaşlar?
Hrant Dink Devlet dersinde katledilmiştir. Hayat ve tarihin bu bahiste bazı cüretkârlara vereceği notu bilelim ve bu dersi hiç unutmayalım. O kadar iyi bilelim ki bu dersi, bu ders onlara dert olsun! Hayat onlara ağu olsun, zehir olsun!
Biz burada olanlar ise, kahırlarımız ve gülüşlerimizle besleyeceğiz insanlık düşümüzü.
Çünkü gülmek, Edip Cansever’in dizesindeki gibi “Bir halk gülüyorsa güzeldir” bize…
Hrant Dinkin anısı bizi ıssızlaştırsa da, acısıyla bilgeleşecek, aydınlık aklı ve gülüşüyle güçleneceğiz!
Selam olsun halkların kardeşliğine!

 
 



HAKLI GALİBA!
- Melek Kobra'nın konuk işlerini siz mi organize ediyorsunuz?
- Oyunu soruyorsanız evet.
- Melek Kobra'yı konuk almak istiyoruz.
- Melek Kobra 1939'da öldü yalnız.
- Aa! O zaman oyuncuyu alalım.
- Bugün kendisi rahatsız, bir sonraki programa ayarlayabiliriz.
- O zaman diğer oyuncuyu alalım, o da popüler mi?
- Bülteni ve size yolladığımız maili okudunuz değil mi?
- Gelmedi bana bülteniniz.
- Dört kez yollamıştım, siz de cevap yazmıştınız.
- Ha evet, elbette okudum
- Oyun tek kişilik de ondan soruyorum.
- Şimdi düşündüm de Gezi hakkında konuşurlar mı?
- Konu Gezi mi?
- Hayır ama bunlar oyuncu ya, konuşurlarsa yanarım!
- Bu konuda konuşmayın diyemem.
- Başka ne var peki elinizde?
- Benim Çocuğum filmi?
- Şu gaylarle ilgili olan mı?
- Hayır çocukları eşcinsel, transseksüel ve biseksüel olan ailelerle ilgili olan.
- Hah hah hah haa!.. Bu piyasada işiniz çok zor Mehtap Hanımcım, almıyım ben onları!
- ???


MEHTAP'IN KUAFÖRLE İMTİHANI 
- Kusurlarınızı kapatmak için bir şey yapıyor musunuz? 
- Hangi kusurlarım?
- Kaşlarınız çok seyrek mesela
-??
- Bir de gözenekleriniz açık
- Ben bunları kusur olarak görmüyorum.
- Ben yine de kaş kalemi süreceğim size, o zaman güzel görüneceksiniz
- İyi de ben kendimi hem çirkin bulmuyorum hem de makyaj yapmayı sevmiyorum. Sürmeyin lütfen.
- Aa!
- Aa derken?

21 Aralık!

****

Keşkeler ve neyseler

Geçen günlerde çocukluğumun en güzel yıllarını birlikte geçirdiğim arkadaşlarımdan biri şöyle bir ileti paylaşmıştı: "Ne kadar küçük şeylere ağlardık. Bir tutam saç, bir oyuncak araba, bir bebek... Şimdi büyüdük. Çok büyük olaylar bile ağlatamıyor bizleri. Ölümler, iflaslar, savaşlar... Şimdi daha mı güçlüyüz, yoksa daha mı alışkın? Hayatı öğrenmek alışmak mı acaba?" İletiyi okuyup, en çok neye ağladım diye düşündüğümde aklıma gelen ilk şey kuzum Morik'in etli pilav olarak önüme gelişi oluyor. Morik kesildiğinde tepine tepine ağladım ama ne vegan ne de vejeteryan olmayı becerebildim. 7 Yaşımdan beri vicdanım ile iştahım arasında sıkışa sıkışa et yemeye devam ediyorum. Bir de Ninoşum var tabi. Bazı insanlar hiç yaşlanmasın, ölmesin, hep hayatınızda kalsın istersiniz ya Ninoş benim için öyleydi işte! Sonra büyüdüm, bilendim herhalde… Hala kolay ağlarım ama çabuk toparlarım. 


Neyse, en çok 20'li yaşlarımı sevdim. 30'a girdiğimde "yaşasın 30 oldum" demek yerine, "29 bitti"yi tercih ettim. Sonrası çorap söküğü gibi geçti zaten ama ben bir türlü yaşımı aklımda tutmayı beceremedim. Yalnız son yaşımı, bir daha, bir daha yaşamayı arzu ettiğim nefis duygularla uğurluyorum. 


Kayıplara çok yandım ama Gezi Direnişi sayesinde bir daha nasip olur mu bilinmez, unutulmaz bir deneyim yaşadım. Geriye, içi dolu dolu "iyi ki" diyebileceğim ne var diye baktığımda hiç tereddüt etmeden iyi ki direnişe tanık oldum ve iyi ki feminist bilince ulaştım diyebiliyorum. Kendimi feminist olarak tanımlamaya SFK'yla (Sosyalist Feminist Kolektif) yolum kesiştiğinde yani yaklaşık beş yıl önce başladım. Birkaç yılda kendimce uzun bir yol aldım. Malatya gibi kadınlığın hiçe sayıldığı, kadına yönelik her türlü şiddetin meşru görüldüğü, babamın adına leke sürmemem, aile namusuna helal getirmemem, kısa etek-dar pantolon giyinmemem gereken bir memlekette büyüdüm. Lisedeyken patriyarkanın, feminist politikanın, ev içi emeğin ve daha nice şeyin ne anlama geldiğini bilmiyordum ama "kız çocuğu bisiklete binmez", "erkeklerle gezmez", "dar pantolon giymez" diyenlere inat bisiklete biniyordum, dar pantolon giyiyordum, erkeklerle geziyordum… 


Şimdi herkes "sen şanslıydın" diyor. Anlayışlı bir aileye sahip olmam şanstı elbet ama bu şansı biraz da kendim yarattım. Bunca yılın tek pişmanlığı ne peki diye düşündüğümde aklıma tek şey geliyor: keşke feminist bilince daha erken ulaşsaydım, bu alanda politika yapmaya daha erken başlasaydım. Mesela ütüsüz nevresimle ütülü arasındaki tek farkın hayatımdan çalınan zaman olduğunu daha erken anlasaydım… 

Feminizme hepimizin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Hangimiz erkekler tarafından sömürülmedik, tacize uğramadık, duygusal, cinsel, fiziki şiddet görmedik, hangimiz iktidar mekanizmaları altında ezilmedik, cinsiyetçi küfürlere maruz kalmadık, becerilerimizin altındaki işlerde çalışmak zorunda bırakılmadık, hem evde hem işte çalışmadık, anne olmaya zorlanmadık, "illa evlen" dayatması karşısında kime, ne anlatsam diye düşünmedik, hangimizin sevgilisi, ailesi, çevresi tarafından duyguları denetlenmedi, giyimi kuşamına müdahale edilmedi… Kısacası hangimiz baskının 1001 çeşidine maruz kalmadık? Yıllar önce doldurduğum bir ankette "hayatınızı değiştirecek, dönüm noktası diyebileceğiniz bir şey var mı?" sorusuna yanıt bulamamıştım. Şimdi hiç düşünmeden "kadın dayanışması" diyebilirim. 





Bazen, özellikle feminist çevrenin dışına çıktığımda, "işimiz çok zor" desem de, başka bir dünya mümkün inancım, çevremi saran kadınlarla büyüyor. Yeni yaşımdan isyanımızı birlikte büyüteceğimiz güzel bir ömür istiyorum. Bir de "kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salmak" istemiyorum. "Otur" diyen değil, "kalk gidelim" diyen yanımı seviyorum. Her şeyi hatta kendimi geride bırakıp domates reçeli satmaya İmroz'a, kedileri beslemeye Cunda'ya gidebileyim istiyorum. İşte bu yüzden Can Yücel'in bu yazısını çok seviyorum: "Eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüm var zira. Ölüme inat tutunmak lazım…"

GİTMEK / CAN YÜCEL
Bu günlerde herkes gitmek istiyor 
Küçük bir sahil kasabasına 
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara... 
Hayatından memnun olan yok. 
Kiminle konuşsam aynı şey... 
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği. 
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok. 
Bir kendisi 
Bu yeter zaten. 
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.. 
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan. 
Ama olmuyor. 
Hani kendimizden razıyız diyelim, öteki de olmuyor. 
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor. 
Böyle gidiyoruz işte. 
Bir yanımız "kalk gidelim", 
öbür yanımız "otur" diyor. 
"Otur" diyen kazanıyor. 
O yan kalabalık zira... 
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu... 
En kötüsü alışkanlık 
Alışkanlığın verdiği rahatlık, 
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor. 
Kalıyoruz... 
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz. 
Evlenmeler... 
Bir çocuk daha doğurmalar... 
Borçlara girmeler... 
İşi büyütmeler... 
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben, kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum. 
Değil bu şehirden gitmek, 
iki sokak öteye taşınamıyorum. 
Alıp götürsem gelmez ki... 
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında 
Herkes onu o herkesi seviyor. 
Hangi birimizle gitsin? 
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır; 
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin 
Kendi imalatımız küfeler. 
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. 
Ölüm var zira. 
Ölüme inat tutunmak lazım. 
Bari ufak kaçışlar yapabilsek. 
Var tabi yapanlar, ama az 
Sadece kaymak tabakası
Hepimiz kaçabilsek... 
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa. 
Gün içinde mesela... 
Küçücük gitmeler yapabilsek. 
Ne mümkün 
Sabah 9, aksam 18 
Sonra başka mecburiyetler 
Sıkışıp kaldık. 
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli 
Bu kadar ağır olmamalı. 
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. 
Bir ömür karşılığı bir ömür yani. 
Ne saçma... 
Bahar midir bizi bu hale getiren? 
Galiba. 
Ben her bahar aşık olmam ama 
Her bahar gitmek isterim. 
Gittiğim olmadı hiç. 
Ama olsun... 
İSTEMEK DE GÜZEL.

24 Ocak 2014

Pala & Küflü




Pala ve Küflü

Küflü Pala

 

uyuşamayız, yollarımız ayrı;
sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
benimki aslan ağzında;
sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.


ama seninki de kolay değil, kardeşim;
kolay değil hani,
böyle kuyruk sallamak tanrının günü.















Çıkar mısın bahar günü sokağa,
İşte böyle olursun.
Böyle yattığın yerde
Düşünür düşünür,
Durursun.