Translate

20 Şubat 2014

Ay mı, hilal mi?

ALGI

- Ben bu dövmemi dönüştürmek istiyorum.
- İyi de ay yaptırmayı sen istedin.
- Tamam da ben ay yaptırdım insanlar hilal gördüler. Sürekli milliyetçi misin, ulusalcı mı diye soruyorlar. Böyle algılanmak istemiyorum.
- Ama dövme böyle bir şey. Bunu femina yapsak bile başka biri başka bir şey görecek. Herkesin söylediğine takılırsan bütün elini dövmeyle kaplamak zorunda kalırım.  
- Yok, yok değiştirelim biz.

Çok değil, sadece yarım saat sonra...

- TC'niz çok güzel olmuş.
- Neyim?
- TC'niz?
- Tece ne?
- Dövmenizden bahsediyorum.
- Ağlamak istiyorum.
- Ama neden, çok güzel olmuş dedim.





16 Şubat 2014

Kadının beyanı esastır!

- http://sosyalistfeministkolektif.org/bedenimiz/12-bedenimiz-bizimdir/806-kad-n-n-beyan-esast-r-cuenkue.html

KADININ BEYANI ESASTIR, ÇÜNKÜ…

Hayatın erkek bakışına ve erkek egemenliğine göre biçimlendirildiği, hane içinde kocanın üstünlüğünün kabul edildiği patriyarkal düzende, koşullarımızın erkeklerle eşit olmadığını biz kadınlar çok iyi biliyoruz. Ataerkil toplumun yarattığı korkunç sonuçları hafifletmek amacıyla, "taciz ve tecavüz suçlarında kadının beyanı esastır; aksini ispat erkeğin yükümlülüğündedir" ilkesini benimsiyoruz.

Mehtap Doğan 


Üvey babası Woddy Allen tarafından, 1992’den bu yana tacize uğradığı iddiaları ile gündeme gelen ancak şimdiye kadar bu konuda hiçbir açıklama yapmayan Dylan Farrow, geçtiğimiz günlerde suskunluğunu New York Times yazarı Nicholas Kristof’a yazdığı bir mektupla bozdu. Yalnızca Hollywood'da değil, sosyal medyada da tartışma yaratan açıklamalarıyla Dylan yaşadıklarını görünür kılmakla kalmadı, aynı zamanda pek çok kadının uğradığı tacizleri hatırlamasına, yüzleşmesine, kabullenmesine, adını koymasına hatta ifşa etmesine de sebep oldu. Ancak, ünlü yönetmenin sicilinin pek temiz olmamasına rağmen, sosyal medyada Dylan'ı eleştirenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu.



Haberin yayınlandığı portallarda, özellikle erkek okurların, "kaltak", "çamur at izi kalsın", "intikam almak için bu mektubu yazmış" gibi kadını suçlayıcı yorumları ağırlıktaydı. Bu yorumlar içinde beni en çok şaşırtansa aile içi cinsel taciz ve tecavüzü konu alan ve tabularından beslenen toplumun "mutlu aile" tablosunu sorgulayan Yuva filminin yönetmeni Ebubekir Çetinkaya'nın yorumu oldu. 



Ensest ve tacizi anlatan, ağır, travmatik hikayelerle yüzleşmemizi sağlayan, belki de kendi yaşadıklarımızı itiraf ya da deşifre etmemize sebep olan Yuva'nın yönetmeninin Dylan'ın açıklamalarına "Peki ya söylenenler gerçek değilse?" şeklindeki cinsiyetçi yaklaşımı taciz meselesine hala ne kadar sorunlu baktığımızı bir kez daha görmemize sebep oldu. 

Yuva'nın yönetmeninin sosyal paylaşım sitesinde, genele açık olarak yayınladığı, yazısı şöyleydi: "Woody Allen ile ilgili söylenenler, öncelikle anlatılanlar gerçekse buna maruz kalan bir çocuğun yaşadığı dramı akla getiriyor. Bir çocuğun babası tarafından istismar edilmesi durumu Allen'e lanetler yağdırmak ve artık filmlerini izlemeyeceğiz ile sonuçlanıyor. Peki ya söylenenler gerçek değilse? Bu soru sorulduğu anda ise hızlıca, tecavüz edenin yandaşı olarak yargılanıp kadının bunu ispatlamak zorunda olmadığı şeklinde ifadelerle karşılaşılabiliyor. İki tarafın da insan olduğu ve eşit haklara sahip olduğu gerçeğini bilmemiz gerekir. Eşit olma durumunu şu anda Allen'in kızının yetişkin olması ve çocuk olmaması nedeniyle söylüyorum. Mevzuyu Allen etrafında tartışarak tecavüz ve tacizi magazin dedikodusu haline getirip artık Allen filmleri izlemeyeceğim demeniz hangi istismarı ve tacizi önleyecek düşünmek gerek."

Sizce, baba-kız hiyerarşisinin ve erkek-kadın eşitsizliğinin yanı sıra bir tarafta filmleri sayesinde bütün dünyada tanınmış, ödüllere boğulan, medyanın peşinde koştuğu, parası bol, imaj danışmanlarıyla, kriz yöneticileriyle çalışan ve PR'ın sunduğu bütün nimetlerden faydalanan bir adam, bir yanda da aynı koşullara sahip olmayan bir kadın varken eşitlikten bahsedilebilir mi?

Kadın delil gösteremeyince erkekler cezasız kalıyor
Özellikle cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarda, suçun işleniş şekli nedeniyle, delil ve tanık göstermek konusunda kadınlar büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Kadınların haklarının ihlal edildiği, üzerlerinde onarılamaz yaralar açan, yıllarca atlatılamayan travmalara sebep olan vakalarda kalıplaşmış yargılar da cabası! Hal böyle olunca birçok cinsel saldırı ve taciz cezasız kalıyor. Bu nedenle biz feministler, yaşananın kadınların bedenine, hayatlarına, kimliklerine yönelik bir baskı, denetim mekanizmasını devam ettiren bir erkek edimi olduğundan hareketle kadının mağduriyetini esas alarak ataerkil toplumun yarattığı korkunç sonuçları hafifletmek amacıyla, "kadının beyanı esastır" ilkesini benimsiyoruz. "Bir kadın, bir erkeği taciz ya da tecavüzle suçlarsa kadının suçu değil, erkeğin suçsuzluğunu kanıtlaması gerekir" anlamını taşıyan bu feminist ilkeyi özellikle hukuki süreçlerde gerekli soruşturmanın hassasiyetle yapılması, kadına zarar vermeden bu süreçlerin işletilmesi bakımından önemsiyoruz.

"Nereni elledi", 
"Ispat edemezsin", 
"Aile itibarımız ne olur?"…
Taciz vakalarında  "neredeydiniz", "ne yaptı", "nereni elledi", "o ne dedi, sen nasıl cevap verdin", "alkollü müydün", "açık mı giymiştin" gibi sorularla o an yeniden yeniden kadına yaşatılır ve farkında olarak ya da olmayarak, alttan alta kadının kendisini suçlu hissetmesi sağlanır. Ya da "şimdi anlatma seni suçlarlar", "en iyisi konuyu hiç açıklama ispat edemezsin", "adam hasta işte, tedavi görecekmiş", "adam evlenmiş, yuvası yıkılacak sebep olma", "üstünden çok zaman geçmiş, şimdi ne gereği var konuyu yeniden açmaya", "adam güçlü baş edemezsin", "o hepimizin yakın arkadaşı", "aile itibarımız iki paralık olur" gibi türlü gerekçelerle kadının üstünü örtmesi beklenir. Hatta çoğu zaman erkeğin kendisini savunmasına bile gerek kalmaz. Yakınları, arkadaşları, ailesi kadını suçlayıp adamı savunmaya, anlamaya, yaptıklarını anlamlandırmaya çalışır. Çoğu zaman adamın hiç yıpranmadığı, zarar görmediği ama çevresinin birbirini yediği bir sürece dönüşür. Dylan da mektubunda benzer bir şeyden bahsediyor: "Çok değerli bir kaçı dışında (benim kahramanlarım) hepsi görmezden geldiler. Çoğu, ne olduğunu kim bilebilir? diyerek belirsizliği kabul etmeyi ve hiç bir sorun yokmuş gibi davranmayı daha kolay buldu." 

Hep kadınlar mı suçlu?
Mektubun yayınlandığı sitelerdeki okur yorumlarında dikkatimi çeken iki şey oldu. İlk yorumu yazanlar genellikle erkeklerdi ve "yalan söylüyor", "çamur at izi kalsın", "kaltak" gibi saldırgan cümleler ağırlıktaydı. Düşünsenize Türkiye gibi alakasız bir ülkeden, W.Allen ile kan bağı, arkadaşlığı, dostluğu, hatta alakası bile olmayan adamlar, kadına "kaltak" demekte  tereddüt etmiyorlardı. Bu kadar uzak bir ülkede bile Dylan hakarete maruz kaldı, suçlanan, şüphe edilen her zamanki gibi erkek değil kadın oldu.

30'lu yaşlarımı bitirmek üzereyim ve ben bu yaşıma kadar tacize uğramamış tek bir kadınla tanışmadım. Genel olarak hepimiz tacizcilerimizi teşhir etmekte sıkıntı yaşıyoruz. Hele de birilerinin yakını, sevdiği adamlar tarafından tacize uğradıysak. Belki de bu nedenle ben yetişkin bir kadının "bugün hala oyuncak trenlere bakmak bana zor geliyor" demesini çok iyi anlayabiliyorum. Bu durumu açıklamayı yıllar sonrasına bırakmasını da… Çünkü bu halle yüzleşmenin ne kadar zor olacağını, bunu kabullenmenin, anlamlandırmanın ağırlığını, hele de karşınızdaki üvey babanız ve W.Allen gibi bir adamsa çevrenizdekilere kendinizi anlatmanın, doğruluğuna ikna etmenin ne zor olacağını, travmalarınızı yeniden nasıl hortlatacağını, etraftakilerin size nasıl saldıracağını tahmin edebiliyorum. Bütün bu sıkıntıları göğüsleyecek gücü kendinizde bulmanız bile yıllarınızı alabilir.

Ceza değil ödül
Bir biyolojik, altı evlatlık çocuğun annesi Mia Farrow, Woody Alllen ile birlikteyken ve sonrasında yaşadıklarını ''Kalanlar'' adını verdiği bir kitapta yazmıştı. Hem kızının hem annesinin anlattıklarına rağmen Allen bugüne kadar hiçbir suçtan hüküm giymedi, aksine ödüllere boğuldu, televizyonlara çıkarıldı, adından övgüyle bahsedildi. Zaten Dylan'ı yazmaya iten de Woody Allen’ın film endüstrisinin en önemli törenlerinden Altın Küre'de ömür boyu "onur" ödülüne layık görülmesi ve Hollywood’un en ünlü yönetmeninin bu yıl üç dalda Oscar’a aday gösterilmesi oldu. Bütün bunlar olurken Dylan neler hissettiğini şöyle özetliyordu: "Yaptığının yanına kalması büyürken beni rahatsız etti. Onun diğer küçük kızların yanına yaklaşabilmesinden dolayı kendimi suçlu hissettim. Erkeklerin bana dokunmasından korkar oldum. Yeme bozukluğu yaşadım. Kendimi keserek zarar vermeye başladım. Bu ızdırabı Hollywood daha da kötüleştirdi. (…) Oyuncular onu ödül törenlerinde övdüler. Kanallar onu televizyona çıkardı. Eleştirmenler dergilere çıkardı. Her seferinde ben istismarcımın yüzünü gördüm; bir posterde, bir t-shirt’te, televizyonda… Paniğimi sadece yalnız olabileceğim bir yer bulup orada altüst olarak gizleyebildim. Geçen hafta Woody Allen son Oscar’ına aday gösterildi. Ama bu defa altüst olup yıkılmayı reddediyorum. Bunca zaman Woody Allen’in kabul görmüşlüğü beni susturdu. Sanki azarlayan bir ders gibi geldi, ödüller ve övgüler bana sanki çenemi kapatıp gitmemi söylüyordu."


Sessiz kalıp suça ortak olmayalım
Hukukçuların da yasaların da cinsiyetçi olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Tecavüz davalarının sonuçları ortada. Küçücük kızlara tecavüz edenlerin nasıl yargılandıklarına hepimiz tanık olduk. W.Allen'a vereceğimiz tepkinin en basiti ve hafifi filmlerini izlememek olabilir. Belki tepkimiz Allen'a ulaşmaz bile, ama "neden izlemiyorsun?" diye soranlara vereceğimiz cevabın bir faydası dokunur belki birilerine… 
Kim bilebilir? 


2 Şubat 2014

Ali İsmail için...


hiç unutulmasınlar diye…

Gezi Direnişi sırasında 2 Haziran'da Eskişehir'de polislerin de aralarında bulunduğu eli sopalı bir grup tarafından dövülerek öldürülen 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Ali İsmail'in ölümüyle ilgili dava 03 Şubat Pazartesi, Kayseri'de başlıyor.


MEHMET, ABDULLAH, ETHEM, ALİ

VE DİĞERLERİ...


1 Mayıs Mahallesi'nde direnişe destek vermek için sokağa dökülen onbinlerce insandan biriydi Mehmet Ayvalıtaş. Bütün uyarılara rağmen kitlenin içine giren bir araç, SODAP üyesi genç işçiye çarptı, Mehmet 19'unda hayatını kaybetti.


22 Yaşındaki Abdullah Cömert 04 Haziran'da polis tarafından öldürüldü. Kızıl Hackerlar olarak da bilinen RedHack, "03 Haziran 2013 Pazartesi günü, saat 23.35 sıralarında, merkeze bağlı Armutlu Mahallesi’nde, Belen nüfusuna kayıtlı ve Gazi Mahallesi'nde ikamet ettiği belirlenen Abdullah Cömert isimli vatandaşımız, kimliği henüz belirlenemeyen bir kişinin açtığı ateş sonucu ağır yaralanmıştır. Yaralı vatandaşımız kaldırıldığı hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetmiştir. Olayla ilgili olarak adli makamlar tarafından geniş çaplı inceleme başlatılmıştır. Kamuoyuna saygı ile duyurulur" şeklinde açıklama yapılan “www.hatay.gov.tr” sitesini hackledi. Bu ne yazık ki Gezi Direnişi sürecinde aldığımız son ölüm haberi olmadı.


Abdullah'ın ardından Güvenpark'ta direnen Ethem Sarısülük, polis memuru Ahmet Şahbaz tarafından 9 mm çapında mermi ile vurularak öldürüldü. 14 gün yoğun bakımda kalan Ethem'in, beyin ölümü 12 Haziran'da gerçekleşti. Otopside mermi çekirdeğinin beynin içinde olduğu rapor edildi.


Her kayıp çok acıydı ama Ali canımızı fena yaktı. Çünkü Ali İsmail Korkmaz 2 Haziran'da, Eskişehir'de, polis şiddetinden kaçarken sokakta kimliği belirsiz kişiler tarafından sıkıştırılarak odunlarla dövüldü. Yere yıkılana kadar dayak yedi, olaya şahit olan bir kişi korktuğu için müdahale edemedi. Polisten çekindiği için hastaneye gidemeyen Ali'yi arkadaşları zorla doktora götürdü. Ancak eylemden gelenlere bakmayan doktor Hasan Gülcü, bir şeyi olmadığını ve gidip ifade vermesini söyledi. Ali sabah uyandığında konuşma zorluğu çekiyordu. Arkadaşları ailesine haber vererek başka hastaneye götürdü. Hastanede beyin kanaması geçirdiği ve vücudunda pek çok kırık olduğu söylendi. Ali ameliyata alındı ancak müdahale edilmekte geç kalındığı için solunumunu ve bilincini kaybetti. 37 gün boyunca gözlerini açamayan, gencecik üniversite öğrencisinin, 10 Temmuz’da ölüm haberi geldi. Ailesinin, arkadaşlarının, bizlerin içine koca bir acı bırakan Ali'nin katilleri ise hala bulunamadı (!)

KATİLLERİNİ TANIYORUZ!





1 Şubat 2014

25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE GÜNÜ



25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE GÜNÜ
ERKEK VE ERKEK DEVLET ŞİDDETİNE KARŞI SOKAKLARDAYDIK

Bu 25 Kasım’da da biz kadınlar, erkek şiddetine karşı dünyanın her yerinde olduğu gibi İstanbul'da da sokaklardaydık. 



Geçen 25 kasım’dan bu yana bu topraklarda kadına yönelik erkek şiddeti yine artarak sürdü. Kadınların bedenine ve emeğine yönelik devlet eliyle yürütülen saldırılar hız kesmeden devam etti. 


Bu topraklarda her gün aramızdan 5 kadın öldürülüyor. 
Buna rağmen katiller ve tecavüzcüler ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyor!


Kürtajı engelleme girişimleri ile, "evlilik teşvik paketi" ile, "kadın istihdamı paketi" ile AKP, kadınları çok çocuk doğurmaya, evdeki tüm bakım yükünü üstlenmeye, ucuz ve güvencesiz koşullarda çalışmaya zorluyor.


AKP, kadınları aileye, babaya, kocaya mahkum etmeye çalışıyor! Kürt kadınları, Gezi direnişinde en önde olan kadınları sırf politik kimlikleri sebebiyle gözaltına alıyor, onları mücadeleden koparmaya ve sindirmeye çalışıyor.



Hayatımıza yöneltilmiş tüm tehdit ve saldırılar karşısında biz kadınların mücadelesi de güçlenerek sürecek! 





 

25 kasın 2013 / Galatasaray