Translate

6 Haziran 2014

Küfürle değil inatla!

KIRMIZILI,
SİYAHLI,
BAŞÖRTÜLÜ,
SAPANLI KADINLAR…

Gezi Parkı Direnişi feminist bir eylem değildi, ama feminist kadınların etkin olduğu bir süreçti. Bu kadar çok kadının direnişin içinde yer alması ise birikmiş bir öfkenin göstergesiydi.

Mehtap Doğan


Halkın AKP iktidarına ve Tayyip Erdoğan’a olan öfkesinin direnişe dönüştüğü Gezi eylemlerinin ilk gününden itibaren biz kadınlar da kent merkezlerinde, caddelerde, sokaklarda, parklarda özgürce ve eşit bir biçimde var olmanın mücadelesini verdik. Kadınları aileye, evlere mahkûm etmeye çalışan, kamusal alanları erkeklere ait kılan patriyarkal sisteme karşı çıktık. Kürtajı fiilen yasaklayan, en az üç çocuk doğurmamızı söyleyen, erkek şiddetini besleyen, kadını esnek, güvencesiz ve ucuz emeğin kaynağı olarak gören, heteroseksüel tek eşliliği bütün topluma dayatan, trans cinayetlerini, lezbiyenlerin ve biseksüellerin üzerindeki baskıları artıran AKP hükümetine karşı yaşam alanlarımıza sahip çıkmak için direndik. Direnişin sürdüğü sokaklarda kendimizi normalden daha güvende hissettik. Bu güveni korumamız gerektiğini düşündüğümüz için de direniş boyunca parkı da, geceleri de, sokakları da, barikatları da terk etmedik.


Tarihe geçen direnişin öyküsü, 27 Mayıs Pazartesi gecesi sosyal medya sayfalarına düşen "Kepçe girdi, ağaçları sökecekler" cümlesiyle başladı. Dozerin önüne barikat kurarak, ağaçlara çıkarak ya da sarılarak kesimi engellemek isteyen gruba polis önce kalkanlarıyla sonra da biber gazıyla saldırdı. Direnişin sembollerinden bir haline gelen 'Kırmızılı Kadın' fotoğrafı o gün çekildi. Gezi nöbetinin üçüncü gününde, daha gün bile ağarmamışken, çevik kuvvet ekipleri yaklaşık 200'den fazla protestocunun olduğu Gezi Parkı’na TOMA'larla girdi. Polis uyuyanlara gaz bombası ve tazyikli su ile saldırırken, iş makineleri boş durmadı. Yüzlerinde maske, ellerinde telsiz olan siviller çadırları, müzik aletlerini, uyku tulumlarını bir araya toplayarak ateşe verdiler. Gezi Parkı'nın Asker Ocağı Caddesi'ne bakan duvarı yıkıldı, ağaçlar söküldü, yaralananlar, gözaltına alınanlar oldu...


31 Mayıs Cuma günü, Taksim Meydanı'nda ‘şafak baskını’yla ilgili bir basın açıklaması yapılacaktı. Polis hiç beklenmedik bir anda kalabalığın üzerine gaz ve tazyikli su sıkmaya başladı. Taksim Meydanı'nda otururken kafasına gelen gaz fişeği nedeniyle 25 gün komada, aylarca yoğun bakımda kalan ve hala konuşma güçlüğü çeken Lobna'nın zihnimizden silinmeyen görüntüsü o gün kayıtlara geçti.

40 Saat sonra Taksim
İstanbul'daki gösteriler bu saldırıdan sonra hız kazandı. Taksim'e bütün çıkışlar kapatılmış olsa da, oldukça büyük bir kalabalık İstiklal’e ulaşmayı başardı. Çarşı grubundan LGBT'lere, Anti-kapitalist Müslümanlar'dan feministlere, sendika temsilcilerinden plaza çalışanlarına kadar her kesimden insan oradaydı. İstiklal Caddesi’nden Taksim Meydanı’na 40 saate yakın süren çatışmalardan sonra çıkabildik. Eylemler hızla diğer illere de yayıldı. 28 Mayıs’tan Eylül’ün ilk haftasına kadar geçen 112 günlük süreçte Bayburt hariç 80 kentte 5 bin 532 eylem gerçekleştirildi. Eylemlere 3 milyon 600 binin üzerinde kişi katıldı. Bunların yüzde 51'i kadınlardı.


Gezi Parkı Direnişi feminist bir eylem değildi, ama feminist kadınların etkin olduğu bir süreçti. Bu kadar çok kadının direnişin içinde yer alması birikmiş bir öfkenin göstergesiydi. Polisin yakın mesafeden yüzüne gaz sıktığı Kırmızılı Kadın, TOMA'nın karşısına geçip kollarını açan Siyahlı Kadın gibi direnişe sembol olan başka kadınlar da vardı. "Bu maskenin altında fikir var, fikirler kurşun geçirmez" düsturuyla bir başkaldırı ikonu haline gelen V'nin maskesini başörtüsüyle birlikte takan, yaşına aldırmadan elindeki sapanı polislere doğrultan, "Kaç gündür izliyorum, hep kuru yiyorsunuz" diye Gezi'de kalanlara sıcak çorba taşıyan, topuklu ayakkabıları, mini etekleriyle gaz kapsüllerine tekme atan, üzerine sıkılan biber gazı ve tazyikli su nedeniyle ayakta bile duramazken polislere "Çok büyük yanlış içindesiniz, yapmayın, görevi bırakın, görevi bırakın!" diye bağıran farklı yaşlardan, farklı meslek gruplarından, sosyal sınıflardan pek çok kadın direnişte aktif olarak yer aldı.


Her yer anne!
Direnişin 18'inci gününde İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve İçişleri Bakanı Muammer Güler’in ailelere yönelik “Çocuklarınızı parktan alın” çağrısına da kadınlar kayıtsız kalmadı. Anneler çocuklarını eve çağırmak yerine, Gezi'ye gidip yanlarında olmayı tercih ettiler. Parkın etrafında el ele tutuşarak çember yapan yüzlerce kadın, "Her yer anne, her yer direniş", "Abdullah Cömert çocuğumuzdur" sloganları attı. Gezi'nin esprili ortamından annelerde nasibini aldı. TOMA ile anne terliği kıyaslandı, anneler için ihtiyaç listeleri açıklandı. Listenin ilk sıralarındaysa polisin kafasına atmak için terlik, direnirken terleyen çocukların sırtına koymak için havlu, Gezi'de taşa oturanlara vermek için minder vardı.



Direnişin diline feminist müdahale 
Haklarında adli soruşturma başlatılanların yüzde 50’si kadınlar olsa da, direniş boyunca kadınlara, seks işçilerine, LGBT'lere cinsiyetçi ve homofobik küfürler edildi. Bu öfkenin sorumlusu olmadıkları halde Erdoğan'ın anasına ve kızına yönelik yazılamalar yapıldı. Bütün bunlar erkek egemen bir namus algısının göstergesiydi. "Küfürle değil inatla diren" sloganı bu süreçte feminist kadınlar tarafından üretildi.


 04 Haziran'da "Boyanı kap gel" çağrısı yapan kadınlar Taksim'de toplanarak cinsiyetçi ve homofobik yazıları sprey boyalarla kapattılar. Kadınlar, küfürleri dönüştürülürken “Küfürle değil, inatla isyan”, “Küfür tacizdir, inatla diren”, “Tayyip kaç, kaç, kaç kadınlar geliyor” gibi sloganlar attı. Bu eylemden dört gün sonra kadınlar, Gezi Parkı'nda küfür atölyesi organize ederek kadınların bedenlerini ve cinselliğini hedef alan küfürleri nasıl tersine çeviririz, bununla nasıl mücadele ederiz sorularına yanıt aradılar. Beden, cinsiyet, dil ilişkisi tartışılırken tedavülden kalkmış küfürler yeniden hatırlandı, cinsiyetsiz küfürlerin neler olabileceği, tamamen küfürsüz bir tepkinin nasıl verilebileceği tartışıldı. "Kadına, orospuya, ibneye küfretme", "Barikattayız direniyoruz", "Gezi'de tacize yer yok" yazan stickerlar bastırıldı. Kadınların bütün bu çabaları sonuçsuz kalmadı. Direnişin başında orospu çocuğu, ibne, amına koyayım gibi cinsiyetçi küfürleri fütursuzca kullananlar "Şerefsiz diyebiliyor muyduk abla?" diye sormaya, küfür edenleri uyarmaya başladılar.


Feministlerin çadırı: Tayyipsiz, tacizsiz hava sahası
Gezi Parkı'nda örgütlenmek, atölyeler yapmak, cinsiyetçi küfürlere, tacizlere engel olmak, kadınların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulan ve isteyen her kadının kullanabileceği ‘mor’ bir çadırımız da vardı. Dövizlerle kaplanan ve üzerinde "Tayyipsiz, tacizsiz hava sahası" yazan bu çadırda toplantılar yapıldı, atölyeler düzenlendi, halaylar çekildi, şarkılar söylendi, sloganlar atıldı, broşürler, dergiler dağıtıldı… Direnişte kullanılan sloganları tişörtlere basmak için tişört atölyesi, kadınların hükümetten ve erkeklerden taleplerini yazmaları için de "Kadınlar ne ister?" panosu yapıldı. Ancak bu çadır polisin içine attığı gaz bombası nedeniyle yandı.


5.000 kadın AKP'ye karşı ses çıkardı
Bu süreçte üç önemli eylem gerçekleştirdik. Direnişin içinde başından beri yer alan Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi'nin, park dışında meydana gelen kadınlara yönelik saldırıları kınamak amacıyla 7 Haziran'da gerçekleştirdiği yürüyüşe feministler olarak destek verdik. Kadınlar, Kabataş İskelesi'nde buluşup, Başbakan'ın ve hükümetin kadın düşmanı politikalarına karşı sloganlar atarak Gezi Parkı'na kadar yürüdüler. 



Asıl büyük yürüyüş ise 8 Haziran Cumartesi günü gerçekleştirildi. Saat 14.00'de, Galatasaray Meydanı'nda toplanan 5 binin üzerinde kadın, tavalarla, tencerelerle, davullarla, zillerle ses çıkartarak Gezi'ye kadar yürüdü. Kürtaj yasası, ucuz iş gücü, AVM yapımları ile ilgili mesajların verildiği üç ayrı oturma eyleminin yapıldığı yürüyüş yaklaşık iki saat sürdü. Gezi Parkı girişinde son bulan yürüyüşte okunan basın bildirisinde “Bu büyük direniş, en başından itibaren kadınların isyanıyla yankılandı. 



Kadınları, aileye, evlere mahkûm etmeye çalışan, kamusal alanları erkeklere ait kılan erkek egemen sisteme karşı sokaklardayız. Polisin TOMA’sına, gazına göğsümüzü siper ettik, barikatlarda çatıştık, mahallelerden kent meydanlarına direnişi örgütledik ve sokaklarda olduk. Barikatları, pankartları, meydanları, geceleri terk etmiyoruz” sözleri yer alıyordu. 6 Temmuz günü kadınların sesi Taksim’de bir kez daha yankılandı. "Polis şiddetine son", "Tacizi teşhir et", "Polis elini bedenimden çek" yazan dövizlerle yürüyen kadınlar gözaltına alınanlara uygulanan çıplak aramaları kınadı.


Gezi Direnişi'nin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen kadınlar sokakları terk etmediler. Berkin Elvan'ı yitirdiğimizde de, Hrant'ın anmasında da, 1 Mayıs'ta da sokaklardaydık. Kadınları aileye hapseden, çocuk ve bakım emeğini üzerlerine yıkan, kadının bedenini, cinselliğini denetleyen heteroseksist AKP politikalarını deşifre etmeye, Hükümetin kadın emeği sömürüsünü açığa çıkarmaya devam edeceğiz. Kadınlar olmadan güzel bir gelecek düşü kurulamaz!



2 Haziran 2014

KADINLAR GEZİ'Yİ HATIRLATIYOR

Etkin Haber Ajansı / 30 Mayıs 2014 - Semiha Şahin'in haberi
'GEZİ'DE DEVRİM YAPMADIK AMA...'
Sosyalist Feminist Kolektif'ten Mehtap Doğan, kadınların Gezi direnişindeki rolüne dikkat çekti, “Gece geç saatlerde sokaklarda güvenli yürümenin, kamusal alanlarda özgürce ve eşit bir biçimde var olmanın, tacize, şiddete, gaspa uğramamanın tadına vardık. Direniş boyunca kendimizi sokaklarda, normalden daha güvende hissettik” dedi.




Kadınlar, Haziran isyanında sokağa çıkan kitlenin yarısını oluşturdu. Kadınlar, erkek egemenliğine, AKP'nin cinsiyetçi ve erkek egemen politikalarına karşı sokaklara çıktı, isyan etti. 




Sosyalist Feminist Kolektif'ten Mehtap Doğan, Gezi'de farklı yaşlardan, meslek gruplarından, sosyal sınıflarından pek çok kadının direnişte aktif yer aldığını hatırlattı. Doğan, "Kadınları aileye, eve mahkûm etmeye çalışan, kamusal alanları erkeklere ait kılan, kürtajı fiilen yasaklayan, en az üç çocuk doğurmamızı dayatan, erkek şiddetini besleyen, kadını esnek, güvencesiz ve ucuz emeğin kaynağı olarak gören, heteroseksüel tek eşliliği savunan, trans cinayetlerini, lezbiyenlerin ve biseksüellerin üzerindeki baskıları artıran AKP Hükümeti'ne öfkemizi dile getirmek için biz kadınlar da Gezi eylemlerinde aktif olarak yer aldık" dedi.




Mehtap Doğan direnişte sembolleşen kadınları anımsattı: "Direnişe katılanların yüzde 51'i kadınlardı. Taksim Meydanı'nda otururken kafasına gelen gaz fişeği nedeniyle aylarca yoğun bakımda kalan Lobna'nın, polisin yakın mesafeden yüzüne gaz sıktığı Kırmızılı Kadın'ın ve TOMA'nın karşısına geçip kollarını açan Siyahlı Kadın'ın yanı sıra, 'Bu maskenin altında fikir var, fikirler kurşun geçirmez' düsturuyla bir başkaldırı ikonu haline gelen V'nin maskesini başörtüsüyle birlikte takan, yaşına aldırmadan elindeki sapanı polislere doğrultan, 'kaç gündür izliyorum, hep kuru yiyorsunuz' diye Gezi'de kalanlara sıcak çorba taşıyan, topuklu ayakkabıları, mini etekleriyle gaz kapsüllerine tekme atan, üzerine sıkılan biber gazı ve tazyikli su nedeniyle ayakta bile duramazken polislere 'çok büyük yanlış içindesiniz, yapmayın, görevi bırakın, görevi bırakın!' diye bağıran, Vali Avni Mutlu ve İçişleri Bakanı Muammer Güler’in 'çocuklarınızı parktan alın' çağrısı üzerine Gezi'ye gidip çocuklarıyla direnen kadınlar gibi farklı yaşlardan, farklı meslek gruplarından, sosyal sınıflardan pek çok kadın direnişte aktif olarak yer aldı."










'DİRENİŞİN DİLİNE MÜDAHALE ETTİK'
"Gezi'de devrim yapmadık ama önemli kazanımlar sağladık" diyerek Gezi direnişini özetleyen Mehtap Doğan, kazanımları şu sözlerle anlattı: "Gezi direnişi feminist bir eylem değildi, ama feminist kadınların etkin olduğu bir süreçti. Direnişin diline sıkça müdahale ettik. Direniştekilerin eleştirisi hükümete yönelmişken, kadınların ve LGBTİ'lerin eleştirisi sadece dışarıya yani hükümete değil aynı zamanda içimize yani bizlerle birlikte direnenleredeydi. Her küfür edilişinde 'küfürle değil inatla diren', 'ibneye, kadına, orospuya küfretme' sloganlarını attık, duvarlardaki cinsiyetçi ve homofobik yazıları sprey boyalarla kapattık. 




Gece geç saatlerde sokaklarda güvenli yürümenin, kamusal alanlarda özgürce ve eşit bir biçimde var olmanın, tacize, şiddete, gaspa uğramamanın tadına vardık. Direniş boyunca kendimizi sokaklarda, normalden daha güvende hissettik. Gezi milliyetçilerin, Kürtlerin, homofobiklerin, LGBTİ'lerin, plaza çalışanlarının, anarşistlerin vb. aynı zeminde direnmesini mümkün kıldı. Kim olduğumuzu önemsemeden bir arada durmayı, dayanışmayı deneyimledik. Eylem pratiği olmayan insanlar sokakla tanıştılar. Haberlerin nasıl taraflı verildiğine, kendilerinden çapulcu, bir grup marjinal, yasa dışı örgüt üyeleri diye bahsedildiğine tanık oldular. Gördükleriyle duydukları çelişince basının ve hükümet temsilcilerinin ifadelerine mesafeli yaklaşmaya, sorgulamaya başladılar."



'SOKAKLARI TERKETMİYORUZ'
30 Mart yerel seçimleri sonucunun bir kriter olarak ele alınmaması gerektiğine dikkat çeken Doğan, "Gezi Direnişi'nin üzerinden bir yıl geçmesine ve artan polis şiddetine rağmen biz kadınlar sokakları, alanları, geceleri terk etmedik. Berkin Elvan'ı yitirdiğimizde de, Hrant'ın anmasında da, 1 Mayıs'ta da, Soma katliamında da sokaklardaydık. Seçimler pek çok insanın moralini bozmuş olsa da ben bunu bir kriter olarak görmüyorum. Gezi istediğimizde nasıl dayanıştığımızı, birlikte olduğumuzu ve 20 kişiyle başlayan Gezi nöbetlerini nasıl ülke geneline yayılan bir direnişe dönüştürebileceğimizi bize gösterdi. AKP politikalarını deşifre etmeye, hükümetin kadın emeği sömürüsünü açığa çıkarmaya devam edeceğiz" dedi.