Haberin yayınlandığı portallarda, özellikle erkek
okurların, "kaltak", "çamur at izi kalsın", "intikam
almak için bu mektubu yazmış" gibi kadını suçlayıcı yorumları
ağırlıktaydı. Bu yorumlar içinde beni en çok şaşırtansa aile içi cinsel
taciz ve tecavüzü konu alan ve tabularından beslenen toplumun "mutlu
aile" tablosunu sorgulayan Yuva filminin yönetmeni Ebubekir Çetinkaya'nın
yorumu oldu.
Ensest ve tacizi anlatan, ağır, travmatik hikayelerle yüzleşmemizi
sağlayan, belki de kendi yaşadıklarımızı itiraf ya da deşifre etmemize sebep
olan Yuva'nın yönetmeninin Dylan'ın açıklamalarına "Peki ya söylenenler
gerçek değilse?" şeklindeki cinsiyetçi yaklaşımı taciz meselesine hala ne
kadar sorunlu baktığımızı bir kez daha görmemize sebep oldu.
Yuva'nın yönetmeninin sosyal paylaşım sitesinde, genele açık
olarak yayınladığı, yazısı şöyleydi: "Woody Allen ile
ilgili söylenenler, öncelikle anlatılanlar gerçekse buna maruz kalan bir
çocuğun yaşadığı dramı akla getiriyor. Bir çocuğun babası tarafından istismar
edilmesi durumu Allen'e lanetler yağdırmak ve artık filmlerini izlemeyeceğiz
ile sonuçlanıyor. Peki ya söylenenler gerçek değilse? Bu soru sorulduğu anda
ise hızlıca, tecavüz edenin yandaşı olarak yargılanıp kadının bunu ispatlamak
zorunda olmadığı şeklinde ifadelerle karşılaşılabiliyor. İki tarafın da insan
olduğu ve eşit haklara sahip olduğu gerçeğini bilmemiz gerekir. Eşit olma
durumunu şu anda Allen'in kızının yetişkin olması ve çocuk olmaması nedeniyle
söylüyorum. Mevzuyu Allen etrafında tartışarak tecavüz ve tacizi magazin
dedikodusu haline getirip artık Allen filmleri izlemeyeceğim demeniz hangi istismarı
ve tacizi önleyecek düşünmek gerek."
Sizce, baba-kız hiyerarşisinin ve erkek-kadın eşitsizliğinin yanı
sıra bir tarafta filmleri sayesinde bütün dünyada tanınmış, ödüllere boğulan,
medyanın peşinde koştuğu, parası bol, imaj danışmanlarıyla, kriz yöneticileriyle
çalışan ve PR'ın sunduğu bütün nimetlerden faydalanan bir adam, bir yanda da
aynı koşullara sahip olmayan bir kadın varken eşitlikten bahsedilebilir mi?
Kadın delil gösteremeyince erkekler cezasız kalıyor
Özellikle cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarda, suçun
işleniş şekli nedeniyle, delil ve tanık göstermek konusunda kadınlar büyük
sıkıntılar yaşıyorlar. Kadınların haklarının ihlal edildiği, üzerlerinde
onarılamaz yaralar açan, yıllarca atlatılamayan travmalara sebep olan vakalarda
kalıplaşmış yargılar da cabası! Hal böyle olunca birçok cinsel saldırı ve
taciz cezasız kalıyor. Bu nedenle biz feministler, yaşananın kadınların
bedenine, hayatlarına, kimliklerine yönelik bir baskı, denetim mekanizmasını
devam ettiren bir erkek edimi olduğundan hareketle kadının mağduriyetini esas
alarak ataerkil toplumun yarattığı korkunç sonuçları hafifletmek amacıyla, "kadının beyanı esastır" ilkesini benimsiyoruz. "Bir
kadın, bir erkeği taciz ya da tecavüzle suçlarsa kadının suçu değil, erkeğin
suçsuzluğunu kanıtlaması gerekir" anlamını taşıyan bu feminist ilkeyi
özellikle hukuki süreçlerde gerekli soruşturmanın hassasiyetle yapılması,
kadına zarar vermeden bu süreçlerin işletilmesi bakımından önemsiyoruz.
"Nereni elledi",
"Ispat edemezsin",
"Aile
itibarımız ne olur?"…
Taciz vakalarında "neredeydiniz", "ne
yaptı", "nereni elledi", "o ne dedi, sen nasıl cevap
verdin", "alkollü müydün", "açık mı giymiştin" gibi
sorularla o an yeniden yeniden kadına yaşatılır ve farkında olarak ya da
olmayarak, alttan alta kadının kendisini suçlu hissetmesi sağlanır. Ya da
"şimdi anlatma seni suçlarlar", "en iyisi konuyu hiç açıklama
ispat edemezsin", "adam hasta işte, tedavi görecekmiş",
"adam evlenmiş, yuvası yıkılacak sebep olma", "üstünden çok
zaman geçmiş, şimdi ne gereği var konuyu yeniden açmaya", "adam güçlü
baş edemezsin", "o hepimizin yakın arkadaşı", "aile
itibarımız iki paralık olur" gibi türlü gerekçelerle kadının üstünü
örtmesi beklenir. Hatta çoğu zaman erkeğin kendisini savunmasına bile gerek
kalmaz. Yakınları, arkadaşları, ailesi kadını suçlayıp adamı savunmaya,
anlamaya, yaptıklarını anlamlandırmaya çalışır. Çoğu zaman adamın hiç
yıpranmadığı, zarar görmediği ama çevresinin birbirini yediği bir sürece
dönüşür. Dylan da mektubunda
benzer bir şeyden bahsediyor: "Çok değerli bir kaçı dışında (benim
kahramanlarım) hepsi görmezden geldiler. Çoğu, ne olduğunu kim bilebilir?
diyerek belirsizliği kabul etmeyi ve hiç bir sorun yokmuş gibi davranmayı daha
kolay buldu."
Hep kadınlar mı suçlu?
Mektubun yayınlandığı sitelerdeki okur yorumlarında dikkatimi
çeken iki şey oldu. İlk yorumu yazanlar genellikle erkeklerdi ve "yalan
söylüyor", "çamur at izi kalsın", "kaltak" gibi
saldırgan cümleler ağırlıktaydı. Düşünsenize Türkiye gibi alakasız bir ülkeden,
W.Allen ile kan bağı, arkadaşlığı, dostluğu, hatta alakası bile olmayan
adamlar, kadına "kaltak" demekte tereddüt etmiyorlardı. Bu
kadar uzak bir ülkede bile Dylan hakarete maruz kaldı, suçlanan, şüphe edilen
her zamanki gibi erkek değil kadın oldu.
30'lu yaşlarımı bitirmek üzereyim ve ben bu yaşıma kadar tacize
uğramamış tek bir kadınla tanışmadım. Genel olarak hepimiz tacizcilerimizi
teşhir etmekte sıkıntı yaşıyoruz. Hele de birilerinin yakını, sevdiği adamlar
tarafından tacize uğradıysak. Belki de bu nedenle ben yetişkin bir kadının
"bugün hala oyuncak trenlere bakmak bana zor geliyor" demesini çok
iyi anlayabiliyorum. Bu durumu açıklamayı yıllar sonrasına bırakmasını da…
Çünkü bu halle yüzleşmenin ne kadar zor olacağını, bunu kabullenmenin, anlamlandırmanın
ağırlığını, hele de karşınızdaki üvey babanız ve W.Allen gibi bir adamsa
çevrenizdekilere kendinizi anlatmanın, doğruluğuna ikna etmenin ne zor
olacağını, travmalarınızı yeniden nasıl hortlatacağını, etraftakilerin size
nasıl saldıracağını tahmin edebiliyorum. Bütün bu sıkıntıları göğüsleyecek gücü
kendinizde bulmanız bile yıllarınızı alabilir.
Ceza değil ödül
Bir biyolojik, altı evlatlık çocuğun annesi Mia Farrow, Woody
Alllen ile birlikteyken ve sonrasında yaşadıklarını ''Kalanlar'' adını verdiği
bir kitapta yazmıştı. Hem kızının hem annesinin anlattıklarına rağmen Allen
bugüne kadar hiçbir suçtan hüküm giymedi, aksine ödüllere boğuldu,
televizyonlara çıkarıldı, adından övgüyle bahsedildi. Zaten Dylan'ı
yazmaya iten de Woody Allen’ın film endüstrisinin en önemli törenlerinden Altın
Küre'de ömür boyu "onur" ödülüne layık görülmesi ve Hollywood’un en
ünlü yönetmeninin bu yıl üç dalda Oscar’a aday gösterilmesi oldu. Bütün bunlar olurken Dylan
neler hissettiğini şöyle özetliyordu: "Yaptığının yanına kalması büyürken
beni rahatsız etti. Onun diğer küçük kızların yanına yaklaşabilmesinden dolayı
kendimi suçlu hissettim. Erkeklerin bana dokunmasından korkar oldum. Yeme bozukluğu
yaşadım. Kendimi keserek zarar vermeye başladım. Bu ızdırabı Hollywood daha da
kötüleştirdi. (…) Oyuncular onu ödül törenlerinde övdüler. Kanallar onu
televizyona çıkardı. Eleştirmenler dergilere çıkardı. Her seferinde ben
istismarcımın yüzünü gördüm; bir posterde, bir t-shirt’te, televizyonda…
Paniğimi sadece yalnız olabileceğim bir yer bulup orada altüst olarak
gizleyebildim. Geçen hafta Woody Allen son Oscar’ına aday gösterildi. Ama bu
defa altüst olup yıkılmayı reddediyorum. Bunca zaman Woody Allen’in kabul
görmüşlüğü beni susturdu. Sanki azarlayan bir ders gibi geldi, ödüller ve
övgüler bana sanki çenemi kapatıp gitmemi söylüyordu."