Translate
25 Ocak 2014
Hrant için...
Nar Foto
HRANT İÇİN...
Hrant Dink anmasında bu yıl Gülten Kaya konuştu,
“İstihbaratıyla, güvenlik birimiyle, medyasıyla artık tanıdığımız korunaklı bir
şemsiyenin altında gayet nizami bir cinayet işlediler” dedi.
...ADALET İÇİN
19 Ocak 2014 / GÜLTEN KAYA
"Merhaba arkadaşlar, Hrant’ın sevgili kardeşleri;
Bizler, 19 Ocak’ta düştük,
kanadık. Neredeyse yüz yıl boyunca hayatlarımızda asılı duran ve devletin
yüzünü asan bir tartışmayı bitirecek olan insanın da buralardan gidişi üzerinden tam yedi yıl geçti.
Bu siyasi cinayetin satrancındaki tüm hamleleri, vezirini,
şahını, piyonunu görebiliyoruz artık.
Kollarını, halkların birlikte,
yan yana, birbirlerine dokunarak yaşama kültürünü oluşturmasına sıvayan Hrant
Dink’in çabasıyla oluşturabileceğimiz mutabakatımıza, ortak yaşam protokolümüze
sıkıldı kurşunlar. Çünkü tam orada duruyordu Hrant.
İstihbaratıyla, güvenlik
birimiyle, medyasıyla artık tanıdığımız korunaklı bir şemsiyenin altında gayet
nizami bir cinayet işlediler.
Bu intizamlı süreçte, derin
yerlerden havalandı kuşlar ve gelip gelip medyanın başlıklarına kondular.
Gördük. Okuduk.
Zamanın içinden geçerken
sabrımızı, metanetimizi, tevekkülümüzü sınadık. Bizler bu sınavı verirken
içimizdeki kuşlar göç etti, yapraklarımız döküldü, Ocak ayında karartıldı
ocağımız.
Adadan uzaklaştı kayığımız ve
sustu içimizdeki şarkılar.
Kardeşimiz Hrant, bizler, burada
olanlar, kardeşlerin ve arkadaşların, tam yedi yıl önce senin
ayakkabılarını giydik ve öyle basıyoruz yere.
Senin muhteşem aklına soruyoruz şimdi; adalet yere
düştüğünde insanlık hangi pusulayla bulur yönünü?
Giderek hantallaşıp budanan,
hareket alanı kalmamış bir hukukla yola nasıl devam edeceğiz derken, yolumuz
parklara düştü. Tarihin zamana boyun eğdiğini gördük, orada aldık senin de
selamını, kumru ve serçelerden. “Gittiler” dediklerimiz parkın ağaçları arasından
gülümsüyordu, o uzun gölgeli gençlere ve çocuklara… Resimlerdeki suretleriniz
bir dokunuşta ve oracıkta canlanıverdi.
İnsanlık ve yurttaşlık adına bir
manifesto yazıldı, herkes gördü.
Hayatlarımızı dilim dilim
doğrayan cüretkârlar!
Acının üzerine tuz eken bu devletin askeri yargısı da sivil
yargısı da merhametten ve adaletten yoksundur artık. Bu cümlemizi koyduk orta
yere, çünkü evlatlarının kahrından ölüyor artık, Roboskî anneleri. O
kahırla öldü Fadime Ayvalıtaş ve Berfo anne. Onların ve Cumartesi annelerinin
bedduası değil, âhı yükseldi gökyüzüne, bu âhı duyanınız var mı? Bu ah
gelip bulacak sizleri, anlamayanınız kaldı mı?
KCK davalarından Alevilere,
avukatlara, gazetecilere, öğrencilerden, gezicilere, LGBTİ haklarından tüm
insan haklarına, topluma yayılan koku ve korkunun kılavuzu kim? Yüzünüzdeki
örtü iyice aralanıyor ve görüyoruz arkasındaki siluetlerinizi. Çünkü bir
yüzünüz bile yok sizin!
Cepheler arasında kendi
mevzilerinize yığınak yaparken sizler, yalanlarınız, ihanetleriniz ve
kırımlarınızla elimizden dünyayı düzeltecek başka çocuklarımızı da aldınız. Ali
İsmail’i, Ethem’i, Abdullah’ı, Mehmet’i, Mustafa’yı, Medeni’yi, Ahmet’i
aldınız. Oğul öksüzü yaptınız anne babaları.
Bu ülkenin evlatlarına hain
pusular kuruldu başka topraklarda, 3 kadın yere düşürülüp omuzlara alındı
Fransa topraklarında, unutmak mümkün mü, ne çok ocağı söndürdüğünüzü. Bunların
da ahı duruyor orta yerde, bir utanç duyanınız var mı?
Plastik mermilerle, gaz
fişekleriyle, gözümüzü çıkardınız. İnsansız uçaklarınızdan insanlara bomba
yağdırarak girdiniz çocukların uykularına. Kolunun altındaki sıcak ekmeğine
attığınız gaz kapsülünden beri bir hastane odasında uyuyor Berkin Elvan. Halkın
cümlesiyle; bunu yapanlara haram olsun uykular!
İkballeriniz uğruna
izanınızı-insanlığınızı kaybettiniz. Yordunuz, kırdınız, kıydınız. İnkar
ettiniz, sizleri belleğimize kazımayı farz kıldınız. Bunları da ekledik tüm
acıların kayıtlı tarihine.
Neresi memleket sizin için,
kimler memleket evladı, hangi dereler sizin oluyor ki parklara, dağlara göz
dikiyorsunuz!
Neyiniz hakkaniyetli, neyiniz
hakikatli sizin?
Bomboş retoriğiniz ve yüz yıllık
reflekslerinizle adlarımızı dahi unutmamızı istediğinizi bizler nasıl unuturuz?
2014 yılındayız, içinizden
tekrar edin lütfen, 2014! Ve komşularımıza kamyonlar dolusu barış demokrasi ve
insan hakkı değil, kamyonlar dolusu silah taşıyoruz! Yani, birbirinizin
gözlerinin içine bakarak birbirinizi öldürün diyoruz onlara!
Bu günahları yıkayacak bir
yağmur olmayacak!
Böyle bir memleket mi ağartsın
yüzümüzü? Bayramı zehir, kandili ışıksız, bahçesi dağılmış, ocağı söndürülmüş
günahsız insanların kuşlar gibi vurulduğu bir memleket mi?
Ömrümüzü sızlatan tüm kayıplarımızla tarih ve yemin
kelimelerini yan yana kullanıyoruz artık. Başka bir adalet yoksa hayatın
adaleti tutacak yakalarınızdan biliyoruz.
Sözün özü; devletin
dürüstlüğünden kuşku duymayan kaldı mı aramızda arkadaşlar?
Hrant Dink Devlet dersinde
katledilmiştir. Hayat ve tarihin bu bahiste bazı cüretkârlara vereceği notu
bilelim ve bu dersi hiç unutmayalım. O kadar iyi bilelim ki bu dersi, bu ders
onlara dert olsun! Hayat onlara ağu olsun, zehir olsun!
Biz burada olanlar ise,
kahırlarımız ve gülüşlerimizle besleyeceğiz insanlık düşümüzü.
Çünkü gülmek, Edip Cansever’in
dizesindeki gibi “Bir halk gülüyorsa güzeldir” bize…
Hrant Dinkin anısı bizi
ıssızlaştırsa da, acısıyla bilgeleşecek, aydınlık aklı ve gülüşüyle
güçleneceğiz!
Selam olsun halkların
kardeşliğine!
HAKLI GALİBA!
-
Melek Kobra'nın konuk işlerini siz mi organize ediyorsunuz?
MEHTAP'IN
KUAFÖRLE İMTİHANI
- Kusurlarınızı
kapatmak için bir şey yapıyor musunuz?
- Hangi kusurlarım?
- Kaşlarınız çok seyrek mesela
-??
- Bir de gözenekleriniz açık
- Ben bunları kusur olarak görmüyorum.
- Ben yine de kaş kalemi süreceğim size, o zaman güzel görüneceksiniz
- İyi de ben kendimi hem çirkin bulmuyorum hem de makyaj yapmayı sevmiyorum. Sürmeyin lütfen.
- Aa!
- Aa derken?
- Hangi kusurlarım?
- Kaşlarınız çok seyrek mesela
-??
- Bir de gözenekleriniz açık
- Ben bunları kusur olarak görmüyorum.
- Ben yine de kaş kalemi süreceğim size, o zaman güzel görüneceksiniz
- İyi de ben kendimi hem çirkin bulmuyorum hem de makyaj yapmayı sevmiyorum. Sürmeyin lütfen.
- Aa!
- Aa derken?
21 Aralık!
****
Keşkeler
ve neyseler…
Geçen günlerde çocukluğumun en güzel yıllarını birlikte
geçirdiğim arkadaşlarımdan biri şöyle bir ileti paylaşmıştı: "Ne kadar
küçük şeylere ağlardık. Bir tutam saç, bir oyuncak araba, bir bebek... Şimdi
büyüdük. Çok büyük olaylar bile ağlatamıyor bizleri. Ölümler, iflaslar,
savaşlar... Şimdi daha mı güçlüyüz, yoksa daha mı alışkın? Hayatı öğrenmek
alışmak mı acaba?" İletiyi okuyup, en çok neye ağladım diye düşündüğümde aklıma gelen
ilk şey kuzum Morik'in etli pilav olarak önüme gelişi oluyor. Morik kesildiğinde
tepine tepine ağladım ama ne vegan ne de vejeteryan olmayı becerebildim. 7
Yaşımdan beri vicdanım ile iştahım arasında sıkışa sıkışa et yemeye devam
ediyorum. Bir de Ninoşum var tabi. Bazı insanlar hiç yaşlanmasın, ölmesin, hep
hayatınızda kalsın istersiniz ya Ninoş benim için öyleydi işte! Sonra büyüdüm,
bilendim herhalde… Hala kolay ağlarım ama çabuk toparlarım.
Neyse, en çok 20'li yaşlarımı sevdim. 30'a
girdiğimde "yaşasın 30 oldum" demek yerine, "29 bitti"yi
tercih ettim. Sonrası çorap söküğü gibi geçti zaten ama ben bir türlü yaşımı
aklımda tutmayı beceremedim. Yalnız son yaşımı, bir daha, bir daha yaşamayı
arzu ettiğim nefis duygularla uğurluyorum.
Kayıplara çok yandım ama Gezi
Direnişi sayesinde bir daha nasip olur mu bilinmez, unutulmaz bir deneyim
yaşadım. Geriye, içi dolu dolu "iyi ki" diyebileceğim ne var diye
baktığımda hiç tereddüt etmeden iyi ki direnişe tanık oldum ve iyi ki feminist
bilince ulaştım diyebiliyorum. Kendimi feminist olarak tanımlamaya SFK'yla
(Sosyalist Feminist Kolektif) yolum kesiştiğinde yani yaklaşık beş yıl önce
başladım. Birkaç yılda kendimce uzun bir yol aldım. Malatya gibi kadınlığın
hiçe sayıldığı, kadına yönelik her türlü şiddetin meşru görüldüğü, babamın
adına leke sürmemem, aile namusuna helal getirmemem, kısa etek-dar pantolon
giyinmemem gereken bir memlekette büyüdüm. Lisedeyken patriyarkanın, feminist
politikanın, ev içi emeğin ve daha nice şeyin ne anlama geldiğini bilmiyordum
ama "kız çocuğu bisiklete binmez", "erkeklerle gezmez", "dar
pantolon giymez" diyenlere inat bisiklete biniyordum, dar pantolon
giyiyordum, erkeklerle geziyordum…
Şimdi herkes "sen şanslıydın"
diyor. Anlayışlı bir aileye sahip olmam şanstı elbet ama bu şansı biraz da
kendim yarattım. Bunca yılın tek pişmanlığı ne peki diye düşündüğümde aklıma
tek şey geliyor: keşke feminist bilince daha erken ulaşsaydım, bu alanda
politika yapmaya daha erken başlasaydım. Mesela ütüsüz nevresimle ütülü
arasındaki tek farkın hayatımdan çalınan zaman olduğunu daha erken anlasaydım…
Feminizme hepimizin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Hangimiz erkekler tarafından sömürülmedik, tacize uğramadık, duygusal, cinsel,
fiziki şiddet görmedik, hangimiz iktidar mekanizmaları altında ezilmedik,
cinsiyetçi küfürlere maruz kalmadık, becerilerimizin altındaki işlerde çalışmak
zorunda bırakılmadık, hem evde hem işte çalışmadık, anne olmaya zorlanmadık,
"illa evlen" dayatması karşısında kime, ne anlatsam diye düşünmedik,
hangimizin sevgilisi, ailesi, çevresi tarafından duyguları denetlenmedi, giyimi
kuşamına müdahale edilmedi… Kısacası hangimiz baskının 1001 çeşidine maruz
kalmadık? Yıllar önce doldurduğum bir ankette "hayatınızı değiştirecek,
dönüm noktası diyebileceğiniz bir şey var mı?" sorusuna yanıt
bulamamıştım. Şimdi hiç düşünmeden "kadın dayanışması" diyebilirim.
Bazen, özellikle feminist çevrenin dışına çıktığımda, "işimiz çok
zor" desem de, başka bir dünya mümkün inancım, çevremi saran kadınlarla
büyüyor. Yeni yaşımdan isyanımızı birlikte büyüteceğimiz güzel bir ömür
istiyorum. Bir de "kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salmak"
istemiyorum. "Otur" diyen değil, "kalk gidelim" diyen
yanımı seviyorum. Her şeyi hatta kendimi geride bırakıp domates reçeli satmaya
İmroz'a, kedileri beslemeye Cunda'ya gidebileyim istiyorum. İşte bu yüzden Can
Yücel'in bu yazısını çok seviyorum: "Eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira. Ölüme inat tutunmak lazım…"
GİTMEK / CAN YÜCEL
Bu günlerde herkes gitmek istiyor
Küçük bir sahil kasabasına
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir..
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hani kendimizden razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben, kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
iki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında
Herkes onu o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabi yapanlar, ama az
Sadece kaymak tabakası
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün
Sabah 9, aksam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar midir bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç.
Ama olsun...
İSTEMEK DE GÜZEL.
24 Ocak 2014
Pala & Küflü
Pala ve Küflü
uyuşamayız,
yollarımız ayrı;
sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
benimki aslan ağzında;
sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.
ama seninki de kolay değil, kardeşim;
kolay değil hani,
böyle kuyruk sallamak tanrının günü.
Çıkar
mısın bahar günü sokağa,
İşte
böyle olursun.
Böyle
yattığın yerde
Düşünür
düşünür,
Durursun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)