Translate

28 Mart 2013

Sizi yakından tanıyabilir miyiz?

MEHTAP DOĞAN
Media Partner İletişim Danışmanlığı
Medya Direktörü

Linkinsankaynaklari.com'dan Seda Tokgöz'ün röportajı... 



  • Sizi yakından tanıyabilir miyiz?
 Uludağ Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldum Aslında gazeteci olmak istiyordum ama ailem, öğretmenlerim, arkadaşlarım bu alanda eğitim almamın daha iyi olacağına ikna ettiler. Ders çalışmaktan pek keyif almayan bir öğrenciydim. Bölüme kaydımı yaptırdıktan kısa bir süre sonra dağcılık, fotoğrafçılık gibi öğrenci kulüpleriyle ilişkilendim. 1993 yılında tiyatroyla uğraşmaya başladım. İlk sahne deneyimini Lefke Avrupa Üniversitesi’nde yaşadım. Üniversitenin tiyatro kulübü tarafından sahnelenen Woody Allen’ın Tekrar Çal Sam isimli oyununda “Entel Kız” karakterini canlandırdım. 1994 yılında Uludağ Üniversitesi Oyuncuları’na dahil oldum   Hayvanat Bahçesi Masalı, Ada, Dört Mevsim gibi pek çok oyunun sahnelenmesine katkı sağladım. 1996–97 sezonunda UÜO’nun yönetiminde görev aldım. Tiyatroya duyduğum ilgi zamanla sinemaya yöneldi. Bugüne kadar 10′un üzerinde filmin yapım sürecinde yer aldım.
Daha ikinci sınıftayken basında iş aramaya başladım. O dönemler en iyi yerel gazetelerden biri olan Bursa Haber Gazetesi’ne gittim. Aslında kültür sanat alanında çalışmak istiyordum. O alanda açık olmayınca ekonomi servisinde işe başladım. Sanırım mesleki hayatımdaki en büyük şanslarımdan birisi buydu. Servis şefimiz Dilek Göral bana haber yazmaktan sayfa tasarlamaya, gazetecilik etiğinden çalışan haklarına kadar pek çok şeyi öğretti. Hala güzel bir iş aldığımda, bir işi başarıyla sonuçlandırdığımda onun bana verdiği emeklerin büyük payı olduğunu  düşünürüm. 
Ekonomi alanında çalışmaya istemeden başlamış olsam da sonrasında bu avantaja dönüştü. Uzun süre İMKB muhabirliği yaptım. Uzmanlık gerektiren bir alandı ve heveslisi daha azdı. Bu nedenle daha iyi koşullarda çalıştım, işten çıkarılma riskim azdı ve iş bulmam daha kolay oldu.
Radyo hariç, basının her alanında görev aldım. Televizyonculuk da yaptım, dergicilik de… Türkiye’de gazetecilik yapmak pek kolay değil. Çok uzun mesailer yapıp çok ağır koşullarda çalışmanıza rağmen karşılığını alamıyorsunuz. Mesleğe başladığım yıllarda bunu çok fazla sorgulamıyordum. Kanalda yatıp kalktığımı, evime günlerce gidemediğimi, aylarca maaşımı almadan, sigortam yatmadan çalıştığımı biliyorum. Ancak bütün bunlara rağmen çalıştığım en berbat yerin bile bana ciddi deneyimler kazandırdığını görüyorum. Şimdi bir televizyoncunun nasıl bir görüntüye ihtiyacı olduğunu, hangi görüntülerin işine yarayacağını, nasıl kurgulanması gerektiğini, dergilere, gazetelere bülten gönderirken, haber önerirken neleri göz önünde bulundurmam gerektiğini iyi biliyorum. Gazeteci de benden gelen metnin ya da önerinin reklam değil haber niteliği taşıdığını biliyor. Basında geçirdiğim 17 yıl nedeniyle iş ve arkadaş çevremin de büyük bölümü gazetecilerden oluşuyor. Ben bütün hayatı iş ve ev olanlardan değilim. Sinemayla, fotoğrafla, karikatürle ilgileniyorum. Boyamayı, kesmeyi, biçmeyi, yapıştırmayı seviyorum. Gideceğim atölyenin, kursun illa mesleğimle ilgili olması gerekmiyor. Ben aslında buralardan besleniyorum. En son Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun sanatını yaşatmaya çalışan Hughette Eyüboğlu’ndan yazma yapmayı öğrendim. Kalıp yaptık, uyguladık ve boyadık.  Bütün bu faaliyetler organizasyon becerimi geliştirdi, farklı çevreler ile ilişki kurmamı sağladı, beni pratikleştirdi, bazı şeyleri daha erken ön görmemi sağladı…
Alan değiştirdiğinizde zorlandınız mı?
Bundan birkaç yıl önce bir belgesel çekimi için Kars’a gitmiştim. Döndüğümde bir PR ajansından görüşmeye çağrıldım. İşe alındığımı öğrendiğimde bir banka oturup dakikalarca ağladım. PR sektörüyle ilgili olumsuz bir algım vardı. Sanırım masanın öteki tarafına geçmeye de hazır değildim. Sadece güzel kadınların, yakışıklı adamların PR yapabilecekleri, mutlaka çok şık olmanız gerektiği gibi genel bir algı var. Ben bu işi yapmanın ön koşulunun bu olduğuna inanmıyorum. PR tarafında meslek standartlarının geliştirilmesine, ilkeli çalışma koşullarının yaratılmasına, basın ve PR etiğine hakim deneyimli kadroların artırılmasına ihtiyaç var ancak zaman zaman gazetecilerin de anlayışına ihtiyaç duyuyoruz. Bu nedenle bocaladığım çok zaman oldu. 20′li yaşlarda bir gazeteciden, bütün deneyimlerim hiçe sayılarak, “basın etiği” dersi aldığımda, yüzüme telefon kapatıldığında, sen beni nasıl tanımazsın diye çıkışıldığında “Aman Allahım benim burada ne işim var” dedim ya da “ben aptal değilim” demek istedim…
Türkiye’de pek çok firma bu alanda danışmanlık almaya alışkın değil.. Bu nedenle tanıtımlarının kendi istedikleri şekilde yapılmasını dayatabiliyorlar. Bir yere bağlı çalışıyorsanız bunun basın tarafında krize yol açacağını bile bile yapmak zorunda kalabiliyorsunuz. Bu sefer de gazeteciler ile sıkıntı yaşıyorsunuz. Ben böyle bir şeye itiraz ettiğimde patronum tarafından “artık gazeteci olduğunu unut” diye uyarı almıştım. Aksine böyle bir iş yaparken gazeteci olduğunuzu aklınızdan çıkarmamanız gerekiyor. Bizim işimizde nitelikli haber üretmek, gündemi takip etmek, gündeme uygun içerik sağlamak ve basınla iletişimde doğru dili kullanmak önemli. Basın deneyimi olmayan, meslek etiğini, haber yazmayı bilmeyen kişilerin medya ilişkilerini yürütmesini doğru bulmuyorum. Bence gazetecilerin PR’cılara zaman ayırmak istememelerinin en önemli nedenlerinden biri bu. Aşırı ısrar, yanlış üslup, niteliksiz metinler bu olumsuz algıyı güçlendiriyor. Şimdi yaptığım işten çok keyif alıyorum. Etrafımdaki herkes de “nihayet kendine uygun bir iş buldun” diyor.
  • “ Media Partner ” ismi nasıl ortaya çıktı?
Biz iletişim danışmanlığında sevdiğimiz işi yaparak fark yaratmaya çalışan bir ekibiz. Uzun yıllar gazetelerden, dergilerden, televizyon kanallarından, festivallerden, konserlerden, en önemlisi hayattan biriktirdiğimiz deneyimlerimizi bir araya getirerek Media Partner İletişim Danışmanlığı’nı kurduk. Ben çocukluğumdan beri yaptığım şeyin ilginç, farklı, orijinal, yaratıcı olmasını çok önemserim. Bu işi kurarken de böyle şeylerin peşindeydim. İsmimizi çok düşündük ama sonra en düz olanına karar verdik. Kullanımı kolay, anlaşılır, yaptığımız işi özetleyen, hem yurtdışında hem yurtiçinde aynı çağrışımı yapacak bir isim olsun istedik. Çalıştığımız firmaları, kurumları ya da kişileri “müşteri” olarak görmüyoruz. Bu nedenle de sonuna “partner”i ekledik.
  • “ Media Partner” neler yapıyor?
PR Sektöründeki pek çok şirketten ekibimizle ayrışıyoruz. Her birimizin basının yanı sıra tiyatro, sinema, fotoğrafçılık gibi alanlarda önemli deneyimleri var. Biz yaptığımız işi sevmeyi öncelikledik ama ekonomi basınından edindiğimiz deneyimleri de bir kenara koyamadık. Daha çok kültür sanat üzerine yoğunlaştık. Çünkü ilişkilendiğimiz sanatçıların ajanslara derdini anlatmakta zorlandıklarına tanık olduk. Kısacası ihtiyacı çok net gördük. Şimdi ağırlıklı olarak kültür sanat alanında çalışıyoruz ancak iş dünyasına da hizmet veriyoruz.
Genç bir şirket olmamıza rağmen 2012 yılını oldukça iyi geçirdik. Ruhi Su 100 Yaşında, 15. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali gibi önemli etkinliklerin basın çalışmalarını yürüttük. Can Candan’ın yönetmenliğini üstlendiği Benim Çocuğum basında büyük yankı uyandırdı. Müzisyen Özgür Demir’in, Korhan Futacı ve Kara Orkestra’nın tanıtımlarını yaptık. Hollanda ortaklı oturma grubu üreticisi Danca Türkiye, Apimaye Arıcılık Ekipmanları, Hedef Yelken, Belgesel Sinemacılar Birliği, Arşivist Dijital Belgesel Kütüphanesi, Serbest Müzisyenler Derneği gibi firma, kurum ve STK’larla çalışıyoruz.  
  • Kurum ya da kişiler ile çalışırken bir kriteriniz var mı? Yoksa bir değerlendirme yapıyor musunuz?
Elbette değerlendiriyoruz. Bize çok aykırı gelen, kanımız uyuşmayan, gazetecilerle ilişkimizi zedeleyecek, çizgimize zarar verecek, bizi kötü bir pozisyona sokacak işi yapmaktan kaçınıyoruz. Danışmanlık hizmeti verdiğimiz için bizi dinleyecek kişilerle iş yapmayı tercih ediyoruz. Şimdiye kadar yolumuz böyle kişilerle kesişti, bundan sonra da böyle devam etmesini umut ediyoruz.
  • Mesleğinizden keyif aldığınız ya da sizi zorlayan yönleri neler?
Bugüne kadar hep keyif alacağımız ve destek vermek isteyeceğimiz işlerin tanıtımını yaptık. Yaptığımız bir işin sayfalarca bir gazetede yayımlanması, günlerce görünür olması, önemli kalemlerin konuyu ele alması, televizyon kanallarında konu edilmesi bizi sevindiriyor. Yaptığımız işin birlikte çalıştığımız kurumlara, şirketlere ya da kişilere katkı sağlaması da mutluluk verici. Bir takım güçlükleri elbette var. Yaptığınız bir hata müşterinizin ciddi bir kriz yaşaması, imajının zedelenmesi gibi telafisi zor sonuçlara sebep olabilir. Bu nedenle çok dikkatli davranmanız gerekir. Neyse ki şu ana kadar öyle bir şey yaşamadık.
  • Bu kadar yoğunluk içinde, bir gününüz nasıl geçiyor?
Farklı şeylerle uğraşmayı, yeni şeyler keşfetmeyi, yeni kişilerle tanışmayı seviyorum. Bu yüzden iş dışında bir sürü şey için de koşuşturuyorum. Bunun beni beslediğini düşünüyorum. Ekonomi Gazetecileri Derneği, Tünel Sanat Derneği, Belgesel Sinemacılar Birliği ve Sosyalist Feminist Kolektif’in üyesiyim. 10 yılı aşkın süredir ulusal ve uluslararası festivallerde, kent gösterimlerinde aktif olarak çalıştım. 4 yıldır 1001 Belgesel Film Festivali’nin yürütme kurulundayım. Alanya Sinematek Derneği ve BSB tarafından organize edilen “Belgesel Sinema Tatilde” isimli atölyede genel koordinatörlük yaptım. “Bir Hayalin Provası: Drama Çiftliği” isimli filmin yönetmenliğini üstlendim. “Nağıl Neneleri”, “Canıyla Oynayanlar” isimli belgesellerle, “Tatlıya Her Zaman Yer Vardır” isimli kısa filmde yönetmen yardımcısı olarak çalıştım. “Gıdı Gıdı”, “Hayatım Pul: Bir Filateli Öyküsü”, “Doğum Yerim Manastır”, “Kayıp” gibi pek çok filmin basın danışmanlığını yürüttüm. “Sorry Bacı” ve “Yürüyen Düşler” filmlerinde koordinatör olarak yer aldım. Ayrıca gezi ve çekim deneyimlerimi paylaştığım geziyorum-cekiyorum.blogspot.com isimli bir bloğum var.
  • Gerçekleştirmek istediğiniz bir hayaliniz ya da bir projeniz var mı?
İş ortağım Emel Coşkun ile birlikte “Bir Hayalin Provası: Drama Çiftliği” isimli bir film çektik. Üzerinde çokta uğraştık. Salonlarda sahneye çıkmak yerine kamyon kasaları, okul sıraları üzerinde köylülere oyunlar sahneleyen idealist bir tiyatrocunun hikayesiydi. Köylülere oyunculuk eğitimi veren, birlikte oyunlar sahneleyen Nedim Buğral, bir ahırı tiyatro eğitimi vereceği bir yere dönüştürmüştü. Drama Çiftliği yürümedi. Nedim burada hayalinin provasını yaptığını söylüyordu. Benim için de filmin böyle bir karşılığı var. Film bir türlü içimize sinmedi. Bu yüzden bir yerlerde göstermekten kaçındık. Tekrar kurguya girecek vakti de bulamadık. Biz de Nedim gibi bir hayalimizi prova etmiş olduk… 
Gezmeyi, uzun yolculuklar yapmayı çok seviyorum. Daha fazla gezebilmeyi isterim…
Can Yücel’in “Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz” diye bir sözü var. Ağaç olup kök salmak istemiyorum… Bir süredir yaptığım gezileri, gittiğim çekimleri bloğa giriyorum. Yeterince vakit ayıramadığım için henüz istediğim gibi değil ancak unuttuğum pek çok ayrıntıyı hatırlamamı sağlıyor. Bu nedenle yazmaya gayret ediyorum. Konformist biri değilim. Her koşulda, her yerde kalabilirim. Sadece şehir meydanlarını, müzeleri değil, köyleri, kasabaları gezmekten, insanların hikayeler dinlemekten keyif alıyorum. Profesyonel bir rehberle değil yöreden birileriyle gezeyim, orada yaşayanların fotoğraflarını çekeyim, anlattıklarını kaydedip sözlü tarih arşivi oluşturayım istiyorum.. Belgesel sinemayı da bu yüzden seviyorum. Çok ağır koşullarda çalıştığım dönemlerde bile yapmaktan zevk aldığım şeyler için fırsat yarattım. “Bazen ne şanslısın, her yeri gezdin” diyorlar. Ben şansımı kendimin yarattığını düşünüyorum.

Hiç yorum yok: