Translate

13 Eylül 2011

"DERSİM'İ ALDIM DA EDİYOM EZBER!..."


“Dersim'i aldım da, ediyom ezber!...”

Tülin'le İstanbul'dan yola çıkışımızın üzerinden bir hafta geçti....
Diyarbakır, Hasankeyf, Mardin, Midyat, Urfa, Malatya derken son durağımıza ulaştık.

Geziyi Munzur Festivali'nde tamamlamayı planlamıştık. Bu yüzden Elazığ'dan Tunceli'ye doğru yola koyulduk. 
  

Gezinin her anından müthiş keyif aldık, Elazığ otogarı haricinde... Görece unutmuştuk kadın olmanın bazı zorluklarını, bu şehirde yeniden hatırladık!...


Elazığ ve Tunceli arası ortalama 130 Km. Yani 1 buçuk saat kadar sürüyor.... Malatya'dan taksi dolmuşlar ve otobüslerle, Elazığ'dan da münübüslerle gidilebiliyor.


Eskiden iller arası bağlantıyı sağlayan köprü, sular altında kaldığı için ulaşım artık Pertek ve Çemişgezek'te kurulan feribot iskeleleri ile sağlanıyor. 


Elazığ'dan Pertek İskelesi'ne 10 dakikası feribotla, 20 dakikası karayoluyla olmak üzere, yarım saatte ulaşılıyor.


Pertek'e geçince 2.000 metrelik Munzur Dağları sizi bütün ihtişamıyla karşılıyor. Mercan ve Munzur suyunun parçaladığı dağların yüksekliği kuzeyde 3.300 metreyi buluyor.


 İlk kez 28 Temmuz 2000’de düzenlenen Munzur Kültür ve Doğa Festivali’ne hem il hem de yurt dışından ilgi büyük! Bu yüzden şehir merkezi çok kalabalık. İlk günü şehirde geçirmeyi planlamış olsak da kalmak hiç cazip gelmiyor. Şehri şöyle bir gezip son minibüsle Ovacık'a gidiyoruz...

Tunceli Ovacık arası 58 km. Tehlikeli ama müthiş güzel bir yol... Gürül gürül akan Munzur Çay'ı yol boyunca peşinizi bırakmıyor. Munzur’da çengel boynuzlu ve bezuvar adlarıyla bilinen iki tür dağ keçisi var. Yolculuk sırasında gözünüzü yoldan ayırmazsanız bu keçileri görebilirsiniz… Ben bu defa göremiyorum. Bu defa diyorum çünkü Dersim'e yolum ilk kez düşmüyor... Bu yolla ilgili çok güzel anılarım var. Hepsi bir bir canlanıveriyor ve içimi müthiş bir heyecan kaplıyor...



 Ovacık’a ilk kez 2004 yılında kış kıyamet bir günde gittik. Farklı meslek gruplarından on arkadaşımla birlikte kurduğumuz “Seyir” adında bir grubumuz vardı. Kahvelere, evlere, iş yerlerine konuk edildik. Köylülerin dertlerini, sorunlarını dinledik… Lay lay lom gittiğimiz geziden müthiş bir yükle döndük. Bizi en çok Konak Köyü’nde yaşayan ve başarılı bir gazeteci olmanın hayalini kuran Çağrı etkiledi. Zehir gibi bir çocuktu Çağrı. Bizden “bulabildiğimiz kadar” kitap yollamamızı istedi. İstanbul’a döndüğümüzde ne yapabileceğimizi düşündük. Bir iki sanatçının kapısını çalıp “para değil kitap karşılığı” bir etkinlik organize etmek istediğimizi söyledik. Sonra yardım çağrımız çığ gibi büyüdü. Sabahat Akkiraz, Cengiz Özkan, Nejat Yavaşoğulları, Mazlum Çimen, Muammer Ketencioğlu, Edward Aris & Atilla Enginol, Burhan Berken, Onur Akın, Serdar Keskin, Fuat Saka, Emre Saltık gibi pek çok sanatçı bize destek verdi. Konser, film gösterimi, fotoğraf sergisi, panel, tiyatro ve resim performansı derken 7.000 kitap topladık. Toplanan kitaplar, 30 saat süren bir yolculuğun sonunda, Ovacık’a ulaştırıldı. Kitaplar belediye başkanından, ‘ışkın’ satıcısına kadar yöre insanının oluşturduğu bir zincirle elden ele kütüphanedeki raflara yerleştirildi.


Tunceli-Ovacık arasında uzanan Munzur Vadisi’nde, 42 bin hektarlık alan 1971 yılında Milli Park olarak ilan edilmiş. Türkiye’nin en büyük milli parklarından biri olan “Munzur Vadisi Milli Parkı”, Tunceli kent merkezine 8 km uzaklıkta.

Vadi, üzerinde yapılmak istenen barajlar nedeniyle tehlike altında…


Munzur Dağları'nın 2000-3000 metrelik zirvelerinde yer alan krater gölleri, Ovacık düzlüğünde kaynayan gözeler ve kanyonlar ile vadi boyunca dökülen şelaleler parkın doğal değerini artırıyor.


Gözeler Ovacık’ın 17 km ilerisinde bulunuyor. Biz Gözeler'e gitmeden önce eski(meyen) dostlarım Hakan ve Yaşar’la buluşuyoruz. Uzun uzun eskiyi yad ediyoruz. Bu arada kütüphanenin kapısına kilit vurulduğunu ve kitapların kaybolduğunu öğreniyoruz…


Gözeler'deki karstik kaynaktan irili ufaklı 40 göz halinde beyaz köpüklü, buz gibi sular fışkırıyor…


Yamaçlardan aşağılara doğru küçük şelaleler şeklinde akan bu sular Munzur'u oluşturuyor.

  

Çamlarla, ladinlerle, huşlarla, akasyalarla çevrili alana, küçük havuzlar, yürüme yolları ve piknikçiler için masalar yapılmış.
  
  



Etraf festival nedeniyle çok kalabalık ve her yerden mangal dumanları eşliğinde et kokuları yükseliyor...


Gözeler, lezzetli alabalıklarıyla ünlü...


Biz günü kaçırmamak için hazırda ne varsa onunla yetiniyoruz. Köylüler Gözeler’in dört bir yanına kurdukları koca kazanlarda kavurma pişiriyor. Kavurmaya talep çok… Biz de sıraya giriyoruz. Etleri tırtıklayıp, saç ekmeğinden yiyoruz! Yanında da yayık ayranı içiyoruz.


Bölgede balıkçılık yaygın olmasına rağmen daha çok tahıl ürünleri tüketiliyor. Keşkek, malhuta çorbası, dövme ve un pilavı yörenin meşhur yemeklerinden… Bir de ‘hazırlop köftesi’ var. Bu köfteyi yapmak için el değirmeninde öğütülmüş mercimek ile culbant denilen baklagil kullanılıyor. Un, soğan ve maydanozla yoğrulan harca rulo şekli veriliyor. Pişirdikten sonra üzerine kırmızı biberli kızgın yağ dökülüyor. Pasta börek niyetine de kumbik, kül (ocak) gömmesi, değirmen poğaçası, bişi ve hırınç yapılıyor. Ben Hakan'ın annesi, adı gibi Şirin Teyze'nin yaptığı yabani ıspanak kavurmasını tek geçiyorum!... 


Bizim yemek ırmak kenarında gitar çalan gençlerin müziğiyle şenleniyor...
Daha ne ister ki insan güzel dostlar, müthiş bir manzara, gürül gürül su sesi…



Dersim’den, sevdiklerine yöresel tatlar götürmek isteyen gezginler için bal, yabani sarımsak, orcik (cevizli sucuk), şireli tarhana, kurutulmuş yoğurt topalağı, tulum ve şavak peyniri gibi pek çok alternatif bulunuyor…

Yemekten sonra Munzur'un kaynağına doğru yola koyuluyoruz...


Yukarıdan manzara nefis, buz gibi suya girenlerin çığlıklarını duyup gülüyoruz... 


Bu arada Dersim’de Munzur Suyu ile ilgili sayısız efsane dolaşıyor.
Bunlardan birisi Munzur Baba (Munzir Bava) ile ilgili ...


Efsane dilden dile şöyle aktarılıyor: Ovacık’a bağlı Koyungölü Köyü civarında yaşayan bir ağa ve ağanın koyunlarını gütmesi için yanına aldığı Munzur isminde bir çoban varmış. Munzur'un ağası hacca gitmiş. Ağa hacdayken Munzur ağanın eşinin yanına gidip “ağamın canı sıcak helva istiyor, helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm demiş. Ağanın hanımı önce şaşırmış, sonra da Munzur’un canının helva çektiğini, bu yüzden ağasını bahane ettiğini düşünmüş. Helvayı yapıp Munzur’a vermiş. Bu sırada ağa hacda namaz kılıyormuş. Tam selamını verirken bir de bakmış ki elinde bir bohçayla Munzur karşısında duruyor...


Ağa köyüne döndüğünde komşuları ellerinde hediyeleriyle onu bekliyormuş. Munzur da bir çanağın içine koyunlarından sağdığı sütü koyup götürmüş. Ağa Munzur'u görünce ellerini öpmek istemiş. Ellerini öptürmek istemeyen Munzur kaçmış, ağası kovalamış...


Bugün Munzur Suyu’nun kaynağının bulunduğu noktaya geldiklerinde Munzur’un elindeki çanak kaymış ve süt yere dökülmüş.


İşte tam bu noktadan süt gibi bembeyaz sular fışkırmaya başlamış.


Munzur kırk adım daha atmış. Attığı her adımda bir kaynak daha fışkırmış...


Hikayelerin her biri birbirinden ilginç ama nüfusunun yüzde 95’i Alevi olan bir memlekette böyle bir efsane bana inandırıcı gelmiyor.


Ben inanmasam da yöre halkı inanıyor Munzur Baba’ya…


Onun için mumlar yakılıp adaklar adanıyor…


Gözeler'den ayrılasımız yok, ama festivali de görmek istiyoruz... Nasıl hazırlanıldığını, neler yapıldığını, toplaşan kalabalığı seyretmek için Ovacık'a doğru yola koyuluyoruz. Ben aslında yıllar önce tanıştığım ve çok ama çok sevdiğim Sultan Nine ile Cemal Amca'yı da ziyaret etmek için acele ediyorum. Biri ağa biri ırgat çocuğu bu iki ihtiyarın aşk hikayelerini bir kez daha dinlemek istiyorum... Ne yazık ki bir türlü evlerinde bulamıyorum... 


Bir telaştır gidiyor Ovacık'ta. Yılın "tek" kalabalık günü çünkü... Dükkanlar ağzına kadar yiyecek, içecek, hediyelik eşya dolu ama esnaf memnun değil satışlardan.... Tek şikayetleri satış değil elbette... Kime dokunsan bin "ah" duyuyorsun. Kim olduğunun önemi yok, herkes yaşadıklarını paylaşma derdinde... Acı hikayeler... Hem de çok acı... 


Festivalin konuklarından biri "Anlayana sivrisinek az, anlamayana davul zurna çok" atasözünün yaratıcısı Kamer Genç'ti....


Tunceli Milletvekili Genç'i Tunceliler yumurta atarak protesto etti. Güvenlik görevlilerinin müdahalesi üzerine Genç'in tepkisi  "Müdahale etmeyin. Herkes istediğini yapmakta serbest" oldu!!


Festivali renklendiren bir başka isim de türkücü mü rock'cı mı olduğunu bir türlü anlayamadığımız Arzu'ydu. Arzu'nun elini, kolunu, saçını sallayışına kaptırıp türkülerine çok kulak veremesek de "sahne penformansı iyiymiş" demekten alamadık kendimizi...

“Dağların anahtarı, evliyaların diyarı, özgürlüğün ve ateşin kadim toprakları. Arınmaya, yaşatmaya ve özgürleşmeye Dersim’e geri dön!” sloganıyla düzenlenen 11. Munzur Kültür ve Doğa Festivali'nin süprizi ise gece 22:30'da Ovacık'a  gelen Grup Yorum oldu. Alandaki kalabalık Yorum'la bir başka coştu...


Festivalle birlikte gezimizi de noktalanmış olduk. 
Ortama uygun finali de zafer işaretleriyle yaptık!


Festivalin ardından İstanbul'a doğru yola koyulduk. Dönüşümüz biraz maceralı oldu.... Aksaklıklara takılıp tadımızı kaçırmayalım diye de koltuk kılıflarıyla oyalandık... 



Ha bir de yağ testimiz var tabi!....

Gezi boyunca çok sık yıkayamadığınız yüzünüzün ne kadar yağlandığını merak ediyorsanız, ilk mola yerinde, yolculuk ettiğiniz minibüsün camına Tülin gibi yapışmanız yeterli!  Bu deney kahkaha garantili, benden söylemesi!...


ve İstanbul semaları....

Seviyorum ben bu şehri, bütün kalabalığına, egzos kokusuna ve keşmekeşine rağmen!...


Tülinim hayatımda yaptığım en doğru işlerden biriydi sanırım bu gezi, seninle daha keyifli oldu tabi... Yol arkadaşım sonsuz teşekkürler, herşey için! Daha nice gezilere...


Fotoğraflar: Mehtap Doğan + Tülin Semayiş

2 Eylül 2011

BU ŞEHİRDE ÇOK "ACI" VAR!



Urfa'ya gittiğimiz gece fena halde hayal kırıklığı yaşadık. Çünkü bu kadar modern, gelişmiş, kocaman bir şehir beklemiyorduk. Gece konaklayıp sabah erkenden Harran'a gitmeye karar verdik. İyi ki hemen gitmemişiz, yoksa çok yanlış bir izlenimle dönecekmişiz...


Müthiş güzel bir şehir Urfa.
Özellikle de ara sokakları...
  

Eski Urfa buram buram tarih kokuyor...


Bu taş evlerin hemen hepsinin geniş avluları var. Meraktan ölüyoruz..


En sonunda birisinin kapısını çalıp içeriye giriyoruz...
Bu geniş avlulu evlerde kuma, gelin, damat, torun, torba hepsi bir arada oturuyor...


Urfa'da Hac'a giden herkes kapısına bu tabelalardan asıyor...


Yıldız Sarayı Konukevi Şanlıurfa'nın geleneksel konut mimarisinin en iyi örneklerinden biri...
Urfa'nın en büyük evi olduğu söyleniyor.


Urfa'da adım başı bir konukevine rastlamak mümkün.
Bu konukevinin tam ortasında bir "geniş hayat" (avlu) bulunuyor. 


Konukevi'nin avlusu dışında yazlık-kışlık eyvanları, zerzembesi (kiler), kuş takaları, kuyusu ve develiği de gayet hoş görünüyor...


Burada sıra geceleri yapılıyor. İsteyenler konuk ağırlıyor, isteyenler yatakları serip uyuyor...
Bize çok inandırıcı gelmese de, sıra gecelerinde alkol alınmadığı söyleniyor. İşin tuhafı bütün şehir bunu iddia ediyor. Zaten Urfa'da alkol bulmak oldukça güç, hele de kadınsanız... Tekel bayii ararken gözünüzü dört açmanız gerekiyor. Aldığınız biralar da siyah poşette teslim ediliyor!


Kesme taştan inşaa edilmiş bu binanın 350 senelik mazisi olduğu söyleniyor!


Urfalılar çerez niyetine acı yiyor.


İsotçular Çarşısı'nda binbir çeşit baharat ve yöresel ürünler satılıyor...


Şehre sarı, kırmızı ve yeşil hakim!...


Çok acı var bu memlekette!


Acı ve et yemeye sabah kahvaltısında başlanıyor.


Sokaklara kurulan "açık büfe" kahvaltı masalarında soğan, kırmızı biber, domates, maydonoz ve ciğer veriliyor.


Ciğerler bu tablalarda kesiliyor.


Biz sadece çekmekle yetiniyoruz. Çünkü sabah sabah ciğer yeme fikri bize korkunç geliyor...


Öğlen ve akşam yemeklerinde de mönü neredeyse farksız. Acı ve et ilk sırada yer alıyor...

 

Urfa'da tek alternatif elbette kebap değil. Lebeni çorbası, soğan tavası, kenger aşı gibi yöresel yemekleri de bulunuyor. Tatlı olarak herkes ballı dondurma ve şıllık tatlısını öneriyor. Şıllık tatlısı krebin arasına ceviz ve fıstık koyularak yapılıyor.  
  

Balıklı Göl yakınlarındaki eski çarşı tam bir kültür çeşnisi...


Şanlıurfa'nın sekizi kapalı, biri de yeraltında olmak üzere dokuz çarşısı var.


Özellikle Gümrük Han civarında, Kazaz Pazarı, Sipahi Pazarı, Koltukçu Pazarı, Pamukçu Pazarı, Oturakçı Pazarı, Kınacı Pazarı, Çulcu Pazarı gibi her ihtiyaca uygun bir pazar bulunuyor.




Kavafhane Çarşısı'ndaki küçücük dükkânlarda dikiş makineleri hiç durmadan çalışıyor. Sokak boyunca onlarca erkek terzi kapı önüne çıkardıkları makinalarda kadın kıyafetleri dikiyor...


Kumaşını alıp gelen müşteri, bir-iki saat içinde, kendi ölçülerine göre dikilmiş gömleği, ceketi, şalvarı alıp gidiyor.



Suriye'den gelen bol boncuklu kumaşlar boncukları kırılarak dikime hazırlanıyor...



Kumaşçılar Çarşısında simli, pullu, boncuklu, rengarek kumaşlar satılıyor.

  

Yağlı sürmeli, hızmalı, dövmeli, allı pullu Urfalı kadınlar çok gösterişli takılar kullanıyor.  


Urfa'da kaynanalar ve kayınbabalar gelinlerine akıtma ile frenk bağı denilen gerdanlıklardan takmak zorundalar. Gelinlerde kalıyor mu bilinmez ama bu gösterişli takıların tanesi 15.000 TL.


Urfalı kadınların ve erkeklerin ortak aksesuarları ise el-miherimler...


Kadınlar da erkekler de bu mor eşarplardan kullanıyor.
Erkekler genellikle düz ve açık renkli el-miherimlerden takıyor.



El-miherim kullanmak biraz el alışkanlığı istiyor...





Görgüsüzlükte sınır tanımayabiliyoruz!


Ve Balıklı Göl!


İbrahim Peygamber'in Nemrut tarafından ateşe atıldığı yer olarak bilinen bu göl, Şanlıurfa'nın en çok ziyaretçi çeken bölgesi...


Efsaneye göre İbrahim Peygamber, putlarla mücadele etmeye ve tek tanrı fikrini savunmaya başlayınca, Nemrut tarafından kalenin bulunduğu tepeden ateşe atılıyor. Bu sırada Allah tarafından ateşe "Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ol" emri veriliyor. Bu emir üzerine, ateş suya odunlar da balığa dönüşüyor.


Her iki gölde de yüzlerce balık bulunuyor ve balıklar kutsal kabul ediliyor.



Balıklı Göl gündüz de gece de çok güzel görünüyor.



Urfa'da konaklamak için en uygun yerlerden biri öğretmenevi. İlla bir yakınınızın öğretmen olması da gerekmiyor. 8 Katlı, 72 odalı öğretmenevinde 24 saat sıcak su bulunuyor. Her gün yeni bir şehir görme arzusuyla geziyorsanız ve ertesi gün nerede konaklayacağınızı bilmiyorsanız bu önemli bir ayrıntı anlamına geliyor!
(Telefonu: 0 414 315 78 73–76) 





Fotoğraflar: Mehtap Doğan + Tülin Semayiş