Translate

8 Mart 2013

İznik açık hava müzesi

"Kendisini deniz sanan göl"
 iZNiK

Nasıl gittik?
Ocak ayının ilk haftasıydı ve sanırım hava hiç bu kadar soğuk olmamıştı. Bostancı'dan 08:50'de kalkan deniz otobüsüne bindik, 09:55'te Yalova'daydık. İDO iskelesinin hemen yanından hareket eden minibüslerle Orhangazi'ye gittik, Boyalıca ve Çakırca köylerini geçtik. 1 saat 3 dakikalık yolculuğun ardından İznik'teydik. Deniz otobüsü için 7.5, minibüs içinse 9 TL ödedik. 


Nerede kaldık?
Gitmeden önce "ne kadar kötü olabilir ki" diye düşünüp belediye çarşısında bulunan öğretmen evinden oda ayırtmıştık. İznik'te yaşayanların bile haberdar olmadığı duvarları sıvasız öğretmenevi, harap binası, ortak banyo tuvaleti, keskin ayak kokusu ve camdan oda kapılarıyla tam bir felaketti...



Neyse ki konaklayacağımız ucuz ve temiz bir otel bulmamız çok uzun sürmedi. Geceliği 25 TL'den Kaynarca Otel'de kaldık. Cem, Çamlık, Aydın ve İznik bölgenin popüler otelleri. Fiyatları ise Kaynarca ile kıyaslanamayacak kadar yüksek.


Daha çok gezginler tarafından tercih edildiğini öğrendiğimiz Kaynarca, ilçenin tam ortasında, mütevazi ve temiz bir otel. Labirent gibi koridorları nedeniyle çıkışa ulaşmak biraz zahmetli olsa da çok uzun zaman geçirmeyecekler ve konfor aramayanlar için iyi bir seçenek.   

Nereleri gezdik?

"Bu göl, İznik Gölü'dür.
 Durgundur,
 Karanlıktır,
 Derindir,  
 Bir kuyu su gibi, içindedir dağların"


Nazım Hikmet Ran




Dünyanın en güzel 5. gün batımı

"İznik gölünde akşam oldu.
Dağ başlarının kalın sesli sipahileri
güneşin boynunu vurup
kanını göle akıttılar."

Nazım Hikmet Ran
(Şeyj Bedreddin Destanı'ndan)


Marmara Bölgesinin en büyük, Türkiye'nin ise beşinci büyük doğal gölü olan İznik hakkında pek çok efsane anlatılıyor. Bunlardan birine göre gölün yayıldığı alanlar binlerce yıl önce çorak arazilerden ibaretmiş. Bölgeye gelen bir ermiş göçer bu araziler üzerinde yaşayan köylülerden su istemiş. Köylüler işten kafasını kaldırıp kendisine bakmayınca ermiş içerlemiş ve asasını hırsla yere vurmaya başlamış. O vurdukça topraktan sular fışkırmış. Ermiş asasını yere süre süre yürüyünce de "kendisini deniz sanan" bu nefis göl oluşmuş.




 Bol bol karabatakla ve tatlı su yılanı ile karşılaşacağınız İznik Gölü'nde kerevit, yayın, sazan, alabalık ve istakoz gibi  deniz hayvanları da bulunuyor. Benim gibi balık hafızalı birinin böyle bir bilgiyi neden aklında tuttuğu bilinmez ama gölde boyu 2 metreyi, kilosu 70'i geçen bir yayın balığı avlandığını hatırlıyorum.






Açık hava müzesi İznik'te ilk durağımız Çiniciler Çarşısı oldu. Hala 47 atölyede İznik Çinisi işlenmeye devam ediyor. 

ÇİNİ 
DENİNCE 
AKLA...






İznik çinisi ilk olarak 15. yy'da ortaya çıkmış. 
16'ıncı yüzyılda Osmanlı'nın güçlenmesi ve yeni yapıların ortaya çıkmasıyla da en ihtişamlı günlerini yaşamış. 18. yüzyıldan sonraysa yerini Kütahya'ya bırakmış...





İznik'ten çini almak isteyenlerin bir başka uğrak yeri de çini atölyeleri tarafından kullanılan Süleymanpaşa Medresesi. 




Özgün nitelikli ilk Osmanlı medreselerinden biri olan Süleymanpaşa, Süleyman Paşa Sokak ile Maltepe Sokak'ın kesiştiği köşede bulunuyor.


Medresenin kapısından girince yeşil, genişçe bir avlu ile karşılaşıyorsunuz. Avlulu medreselerin ilk örneklerinden olan bu yapının U şeklinde bir planı var. Antik yapılardan alınan sütunların ve sütun başlıklarının kullanıldığı medrese, moloz taş ve tuğla kullanılarak inşa edilmiş.




 Çini denildiğinde akla gelen bir başka yapı da Yeşil Cami. Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan cami, yeşil çinileriyle ünlü. 


Sadrazam Çandarlı Halil Paşa tarafından yaptıran ve zengin taş işçiliği ile dikkat çeken Yeşil Cami'nin minaresi mavi ve yeşil çinilerle kaplı. 


Hakkında yazılanları okuyunca içini gezmediğim için pişmanlık duyduğum Yeşil Cami'nin en dikkat çekici özelliği zengin taş işçiliği.



 II. Murat Hamamı'nın (Hacı Hamza Hamamı) doğusunda bulunan Çini Fırınları çok ilgimizi çekse de kazı alanının geziye kapatılması nedeniyle uzaktan bakmakla yetindik. İznik'te Osmanlı dönemi çini-keramik fırınlarını araştırmak üzere kazı ve sondajlara, 1964 yılında başlanmış ve bu çalışmalar kesintisiz olarak 1969 yılına kadar sürmüş. 1981 yılında başlayan II. dönem kazıları ise hala devam ediyor.


İznik'in her yerinde çiniyle kaplanmış bir şeylere rastlamak mümkün. Kapı numaralaından çöp kutularına, piknik tüplerden cami duvarlarına kadar...





ÇEŞMELER, MÜZELER, CAMİLER
1331 yılında Osmanlı orduları tarafından ele geçirilen İznik, Osmanlı idaresinde sanat, ticaret ve kültür merkezi olmuş. 





Osmanlı döneminin ilk cami, medresesi ve imareti İznik'te inşa edilmiş. 

 

Tadilat nedeniyle kapalı olduğu için gezemedik diye üzüldüğüm bir başka yer de Nilüfer Hatun İmareti diğer adıyla Arkeoloji Müzesi. 


1338 yılında Osmanlı Padişahı 1. Murat'ın annesi Nilüfer Hatun için yaptırdığı imarethane, 1965 yılında müzeye çevrilmiş.


İznik ve çevresindeki arkeolojik kazılarda çıkarılan eserlerin sergilendiği
Arkeoloji Müzesi İznik'te görülmeden dönülmemesi gereken en önemli yer bence... 


Şeyh Kudbettin Cami'nin hemen karşısında bulunan bu ihtişamlı bina 1388'de Sultan 1. Murat tarafından annesi Nilüfer Hatun için yaptırılmış. O dönemler yoksullara yemek dağıtılan bir hayır kurumuymuş. 1965'te onarım görerek müzeye çevrilmiş. Osmanlı mimarisinde ters T planı ilk kez bu yapıda uygulanmış. Bir buçuk senedir tadilat nedeniyle kapalı olduğu için içini gezme şansımız ne yazık ki olmadı.



Çok nadir bulunan Selçuklu kalıntılarından biri olduğu söylenen Çift Başlı Kartal'ı da müzeye giremediğimiz için göremedik.


Müze bahçesindeki bir mezar taşında hayat ağacına tırmanan tavus kuşları...


İznik Müze bahçesinde Bizanslı taşçının kendi geleneğine göre yaptığı
Selçuklu mezar taşı...


Müzenin tam karşısında Şeyh Kudbettin Cami ve Türbesi bulunuyor. 
Şeyh Kudbettin XX. Yüzyılın önemli alim ve sufilerinden... 
İlk Türkçe ilmihal çalışmasını yapmış ve hayata 1418'de, İznik'te veda etmiş. 







Tuba gibi yatırlardan ürken biriyseniz gördüğünüz demir pencereye çok  yakın durmamanız gerekir!!
Şeyh Kudbettin Cami'nin önünden düm düz devam ettiğinizde mahalle arasında koca bir cami daha karşılıyor sizi; Eşrefzade Camii... Bu cami bırakın İznik'i hayatımda gördüğüm en enteresan camiydi.



Akşam, yatsı, ikindi saatlerini gösteren dijital panolu caminin cevizden kocaman bir kapısı, gösterişli avizeleri, boydan boya fayans kaplı modern bir abdesthanesi var. Cami yapılırken hiçbir masraftan kaçınılmamış ancak bu şatafatlı avizelerde tasarruflu ampul kullanılmış.




Caminin bir başka ilginç özelliği de engelliler için tasarlanmış olması. Elbette camilerin olmazsa olmazı ayakkabı hırsızları da düşünülmüş. Kapalı devre güvenlik sistemi ile izlenen caminin hemen yanında yeşil yağlıboyayla kaplanarak tarihin bütün izlerinin silindiği,  aliminkiyle birlikte, 11 mezar bulunuyor.


 Aşık Daimi tarafından derlenen "Eşrefoğlu Al Haberi" isimli Alevi-Bektaşi deyişinin de bu camiye adını veren Eşrefoğlu için yazıldığı söyleniyor.


"Esrefoğlu al haberi 

Bahçe biziz gül bizdedir 

Biz de Mevla'nın kuluyuz 

Yetmiş iki dil bizdedir" 


Yazdıkça fark ediyorum, aslında biz pek çok yeri kapalı olduğu için hakkıyla gezememişiz. İsmail Bey Hamamı gibi....



Halk arasında Mescit Hamamı olarak anılan bu yapının en önemli özelliği tavanıymış. Biz göremedik ama Ömer Abi anlattı: "Türk sanat tarihinde önemli bir yere sahip olan bu hamam Tavanında çarkıfelek motifi olan tek hamam..."

Böyle söyleyince pek bir şey canlanmadı aklımda ama aşağıdaki fotoğrafı gördüğümde anladım ne demek istediğini...

 

Hamamın üzeri üçgen prizmalardan oluşan bir kasnak üzerine oturtulmuş kubbe ile örtülü. Kaburgalarla sekiz bölüme ayrılmış kubbe dilimlerinin her birinde beşer aydınlık penceresi bulunuyor. Ne yazık ki pek iyi durumda olmayan kubbenin büyük bir bölümünün çökme riski olduğu söyleniyor.


İznik'te görülmeye değer bir başka hamam da, ilçe merkezinde bulunan 1. Murat Hamamı. Hala kullanılabilir durumda olan hamamın kadınlar ve erkekler için iki ayrı bölümü bulunuyor.
   

İlk yerleşimin M.Ö. 2500 yıllarına uzandığı sanılan İznik, Selçukluların ve Osmanlıların da başkenti olmuş. Hıristiyanlık için çok önemli olan ve "İznik Yasaları" adıyla bilinen Birinci Konsül, 325 yılı yazında burada toplanmış. 218 piskoposun katılımıyla yapılan I.Konsül "Hz. İsa'nın tanrıdan dünyaya  gelmediği" gibi şiddetli tartışmalara neden olsa da sonuçta bugün de savunulan Hz.İsa'nın tanrının oğlu olduğuna dair sav kabul görmüş.


Konsilin yapıldığı Ayasofya MüzesiBizans döneminde kilise olarak inşa edilmiş, Osmanlı döneminde de camiye çevrilmiş.

 




Ayasofya'nın cami olarak yeniden açıldığı 11 Kasım 2011'de Ömer Abi'nin çektiği bu fotoğraf bu yapının nasıl korunduğunun bir göstergesi aslında. O muazzam kilise mozaiklerinin üzerinde onlarca ayakkabı dizili duruyor!



  

Bu muazzam binanın restorasyonu da sanat tarihinden habersiz bir müteahhide emanet edilmiş.  Yerler, tavan pırıl pırıl cilalanmış ahşaplarla kaplanmış, Bundan 10 yıl önce fotoğrafı çekilebilir durumda olan duvar resimlerinden eser yok şimdi. Ancak Ömer Abi gösterince fark edebildik...



Baktı ki biz eski halini hayal bile edemiyoruz bize 10 yıl önce çektiği fotoğrafı gönderdi: 

10 Yıl Önce



Bugün



Ömer Tuncer 12 yıldır İznik'te yaşayan bir sinemacı. Ayasofya'yı onunla gezmek şanstı. Çok hasta olmasına rağmen bizim nefis bir gün geçirmemize sebep oldu.




Bu fotoğraf da bir Bizans oda mezarında görünen freskin ilk bulunduğu zaman çekilmiş. 
Ancak küp figürünün altında define olduğunu düşünen hırsızlar, güzelim resmin o bölümünü kazıyarak mahvetmişler...


"Nike'ın Bahçesi"
İlkçağın ünlü coğrafyacısı Strabon'a göre (İÖ65-İS23) günümüzdeki adıyla İznik, İÖ.316'da İskender'in mirasını paylaşmak üzere birbirleriyle amansız bir savaşa girişen komutanlarından Antigono Monophthalmos tarafından kurulmuş. Çağın koşulları gereği kente kurucusundan dolayı "Antigonia" denilmiş...



 Antigonia'nın bu adının yalnızca on beş yıl kadar sürdüğü anlaşılıyor. Monoph-thalmos'un aç gözlülüğüne karşı birleşen İskender ordularının önderi Lysimakhos, İÖ 301'de Hypsos Savaşı kazanınca bu genç kente el koymuş. Eşinin adının ölümsüzleşmesini istediğinden,Antigonia adını "Nikaia" olarak değiştirmiş. Rumca adı Nikéa'nın önüne 'sur içinde' anlamına gelen "is" eki getirilince de bu "açık hava müzesi" önce "İsnikéa" sonra da İznik adını almış.



Ömer Abi'nin kızı Ceren de sevgilisi Ali ile "Nikaia'nın Şehri"nden esinlenerek "Nike'ın Bahçesi"ni kurmuş. 



Onlar bu bahçede Ömer Abi ise Şirinlerin kasabasına benzeyen bir tatil köyünde yaşıyor...




Bisikletçilerin, dağcıların, gezginlerin kalabileceği bir yere dönüştürmeyi hayal ettikleri 5 dönümlük bahçede zeytin yetiştiriyorlar ve gelen konuklarına Dersim'den gelen köy peynirinin, anne yapımı pekmezin, kavun çekirdeğinin, davinin, kuru dutun yanı sıra kendi üretimleri zeytinlerden ve zeytin yağından da ikram ediyorlar.  



Mutluluğun bu tepsiyle bir ilgisi olmalı diye düşünüyorum. 
Çocukluğumdan beri yemediğim dağ meyvası davinle karşılaşmak beni inanılmaz sevindirdi ama Dersim'den gelen kavun çekirdekleri daha lezzetliydi..



Ev en az 15 kişinin kalabileceği genişlikteki iki katlı bu dağ evinin iki ayrı odası iki de ortak kullanım alanı var. Bu koca evi ısıtmak içinse iki soba, bir şömine ve kat kaloriferi kullanıyorlar. 



Burada üşümek imkansız! 
Sobalar da demlenen çay ve bu güzel iki insanın sohbeti içinizi fazlasıyla ısıtıyor...


İSTANBUL, LEFKE, YENİŞEHİR VE GÖL KAPILARI


Nicaia bir süre Bithaynia Krallığına başkentlik de yapmış. Adına altın sikkeler bile basılmış. Bu "Altın Şehir" Bithynia Krallığı ile Roma İmparatorluğu arasında uzun yıllar devam eden savaşlara sahne olmuş. Şehrin taliplisi çok olunca etrafı 4 ana, 12 tali kapısı bulunan 4.970 metre uzunluğunda bir surla çevrilmiş.


Bizans sur kapılarından günümüze İstanbul, Lefke ve Yenişehir Kapısı gelmiş, Göl Kapısı, Hotos Kapısı ve duvarlardaki diğer küçük kapılardan önemli bir kalıntı günümüze ulaşmamış.


Roma zafer takları biçiminde olan Lefke ve İstanbul kapıları, MS.123 yılındaki depremden sonra surların içerisinde kalmış. İstanbul Kapısı yakınındaki burçlarda bulunan bir kitabede surların güçlendirilmesi için İznik tiyatrosunun kesme taşlarının sökülerek burçlarda kullanıldığı yazıyormuş.





1065 depreminde ciddi hasar alan surlar, Bizans imparatorluğu sırasında yeniden onarılmış. İznik’te her iki sur duvarı birbirlerinden 60-70 metre aralıklarla yerleştirilmiş Roma ve Bizans döneminde yapılan bu surlardan Roma dönemine ait olanlar tuğladan, Bizans dönemine ait olanlar ise tuğla ve moloz taştan yapılmış.



Surlarla ilgili ilginç bir ayrıntı da kapılarının karşılıklı olmaması. Bunun da tek sebebi var koç başıyla saldırıldığında iki kapıdan birden olmamak!



 Surlardan içeriye doğru yayalar ve araçlar için iki ayrı yol var. Araç yoluna döşenmiş taşlara dikkatli bakanlar at arabalarının bıraktığı teker izlerini görebilir!.


Ünlü filozof Şeyh Bedrettin'in de İstanbul Kapı ve Göl yolu üzerinde bulunan evlerden birinde yaşadığı söyleniyor. Yine bu yol üzerinde bulunan Yenişehir Kapısı en gösterişli ama en az kullanılan kapı. Yakınında mezar taşları kullanılarak inşaa edilmiş Kızlar Kulesi adında bir kule bulunuyor. Ömer Abi 1. Haçlı Seferi'nin buradan yapıldığını ve Osmanlı'nın İznik'i bu kapıdan fethettiğini söylüyor.



Anadolu'nun ayakta kalmış en önemli tiyatrolarından bir olan Roma Tiyatrosu da 1980'den beri yapılan arkeolojik kazı  nedeniyle kapalıydı. Bekçi köpeklerinin hırlamalarına rağmen görmek için çok cebelleştik ancak tel örgüler arasından fotoğraf çekmekle yetinmek zorunda kaldık.  



NE YEDİK?
İznik’te yaşayanların yüzde 70'i yöreye has Müşküle üzümü ve zeytin yetiştiricisi.Bu bereketli topraklarda zeytin ve üzümün yanı sıra şeftali, kirazerikarmutelmacevizdomates, fasulyebrokolibrüksel lahanası gibi envai çeşit sebze ve meyve de yetişiyor.



Konak Lokantası diye kalmış aklımda ama emin olamadım. Çarşı içindeki esnaf lokantası nefis yemekler yapıyor. Oralara kadar gitmişken özellikle süt tatlısı ve tahinli kadayıflarının tadına bakmak gerekiyor.


Havanın soğukluğundan mı, kafamda bir dolu işle yola çıkmamdan mı bilmem ama İznik için iki gün yeterli geldi bana..



Biz aslında üçüncü günü de geçirmeye kararlıydık ancak hava çok bozup tipi yapınca herkes yollar kapanmadan dönmemizi tavsiye etti. Dönüş yolunda binlerce kez "Tam zamanında dönüyoruz, bir gün daha kalsak sıkılırdık" cümlesini kurunca Tuba'ya da yettiğini anlamam pek zor olmadı...



Kapılar: Yenişehir Kapı, İstanbul Kapı, Lefke Kapı, Göl Kapı

Abdülvahap Hz. Türbesi
Asmalı Cami
Ayasofya Kilise Cami
Aziz Tryphonos Kilisesi
Berber Kaya
Böcek Ayazması
Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa Türbesi
Eşrefi Rumi Hz. Camii ve Türbesi
Eşrefzade Camii
Hacı Özbek Camii
I. Murat Hamamı
2.Murat Hamamı
İznik Gölü Kıyısı
İznik Kilisesi
Kırgızlar Türbesi
Komesis Kilise Kalıntıları
Mahmut Çelebi Camii
Nilüfer Hatun İmareti ve Arkeoloji Müzesi
Roma Su Kemerleri
Roma Tiyatrosu
Sarı Saltuk Türbesi
Senoto Sarayı
Süleyman Paşa Medresesi
Şeyh Kudbettin Cami ve Türbesi
Yeşil Cami



Fotoğraflar: Tuba Akkuş & Mehtap Doğan
Ömer Tuncer




2 yorum:

MUCİZE dedi ki...

Bir İznikli olarak öğretmen evini çok güzel tasvir etmişsiniz. İznik'i de güzel anlattığınız için teşekkürler.

E. Mehtap Doğan dedi ki...

Çok severim iznik'i... Teşekkürler