Translate

13 Ağustos 2013

GeziYorum: 27 Mayıs - 05 Haziran 2013

TOMAYLA 10 GÜNDÜR BERABERIZ
Ciddi Düşünüyoruz!

27 Mayıs - 05 Haziran 2013


'GEZİ PARKI İÇİN NÖBETTEYİZ'

27-28 Mayıs
Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamındaki yol inşaatının yapımı sırasında, yüklenici firmaya ait iş makineleri, Gezi Parkı'nın Asker Ocağı Caddesi'ne bakan duvarın bir kısmını 27 Mayıs Pazartesi gecesi, saat 23:00 sıralarında yıktı. Tarihe geçen direnişin öyküsü sosyal medya sayfalarına düşen "Kepçe girdi, ağaçları sökecekler" cümlesiyle başladı. Projeye başından beri karşı çıkan ve bir avuç insandan oluşan Taksim Dayanışma, yıkımı fark edince Gezi Parkı'nda toplanma çağrısı yaptı. 'Gezi Parkı için nöbetteyiz' yazılı bir pankart açıldı ve yaklaşık 30 kişilik grup, çadır kurarak beklemeye başladı.


O sabah ben yoktum ama arkadaşlarım oradaydı. Dozerin önüne barikat kurarak, ağaçlara çıkarak ya da sarılarak kesimi engellemek istediler. Polis önce kalkanlarıyla sonra da biber gazıyla ağaçların sökülmesine karşı çıkanlara müdahale etti. Direnişin sembolü olan 'Kırmızılı Kadın' fotoğrafı da o gün çekildi.


Bu sert müdahalenin yatışmasında Sırrı Süreyya Önder'in büyük etkisi oldu. Kendisini iş makinesinin önüne atarak kazıyı engellemeye çalışan BDP'li vekile CHP Milletvekili Gülseren Onanç da katılınca, operatör çalışmaya son verdi. Fakir fukaranın para vermeden gölgesinde oturabileceği üç ağacı kestirmeyeceğini söyleyen Önder, “Neoliberal sistemin dini imanı yok. Muhafazakarız diyorlar, Fatih'in fermanını hatırlasınlar: 'Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim' demiş. Bütün sivil toplum örgütlerini buraya davet ediyorum. Taksim'de bundan başka ağaç gölgesi var mı? Gidin rezidansınızı kendi bahçenizde yapın" dedi.


Aynı gün saat 19:00'da Gezi Parkı'nda eylem çağrısı yapıldı. Ben 19:00'a kadar sabredemedim. Gittiğimde yıkıma karşı çıkanlar sökülen ağaçları yeniden dikmeye çalışılıyordu. Çok etkileyiciydi… 



Sanırım orada daha fazla kişi görmeyi umuyordum; önce hayal kırıklığı yaşadım, sonra 1.000'i aşkın kişi geldi Gezi'ye… 


Ellerinde fidanlarla parka giren grup alkışlarla karşılandı, çevik kuvvet ise "yuh"lar eşliğinde parktan uzaklaştırıldı.


Buram buram devrim kokan şarkılar yapan Bandista parka pek yakıştı. Şebnem Sönmez, Barbaros Şansal, Mehmet Ali Alabora, Karmete Grubu ve şu anda adını hatırlayamadığım bir dolu sanatçı da destek için oradaydı. Kurulan açık kürsüde herkes düşüncelerini paylaştı. 


"Terzi yamağı" Barbaros Şansal'ın "Onlar yanlarındaki ucube karılara baksınlar" cümlesini içeren cinsiyetçi konuşması dışında o gece canımızı sıkacak hiçbir bir şey yaşanmadı.


Ortalama 80 kişiyle birlikte Gezi'de sabahladım. Bir grup müzisyenlerle şarkı söylerken bir başka grup da güne çok yakışan Ekümünepolis'i seyrediyordu. Kentsel dönüşüm masalını, 3. Köprü'yü, küresel kent iddiasını, yaklaşan emlak krizini, TOKİ'nin icraatlarını, mahalleleri, AVM'leri, ormanları, Marmaray Projesi'ni, gökdelenleri, kısacası bütün İstanbul'u mercek altına alan Ekümenopolis'i ilk seyrim değildi ama Gezi'de izlemek başka keyifti…


"KAPİTALİZM GÖLGESİNİ SATAMADIĞI AĞACI KESER"

29-30 Mayıs
Erken saatlerde iş makinelerinin parka yeniden gireceğini ve yıkıma devam edeceklerini düşünüyorduk. Bu yüzden sabahın köründe koca bir hoparlör, çalar saat niyetine, çadır çadır dolaştırıldı ve uyuya kalanlar Bandista parçalarıyla uyandırıldı. 



Günü halaylarla karşıladık. Beklenen müdahale olmayınca parkta kalanlarla toplanarak durum değerlendirmesi ve görev paylaşımı yaptık. Ortalama 60 kişi kadardık. Biz saat 11:00 gibi işe gitmek üzere parktan ayrıldık. 


Parka üzerinde "Suyuma, toprağıma, evime, tohumuma, ormanıma, köyüme, kentime, parkıma dokunma", "Bu halk sana boyun eğmeyecek", "Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser" yazan birbirinden güzel pankartlar asıldı. 


Genç bir kadın ağaçları rengarenk iplerle kapladı, ortalık elbirliğiyle çöplerden arındırıldı, ortak bütçe oluşturularak sabah çorbası, simidi, çayı alındı… 
Sabah destek için parka gelen herkesin eli kolu yiyecek doluydu. Paranın geçmediği, isteyen herkesin faydalanabileceği bir mutfak, konaklayabileceği onlarca çadır, müdahale anında ihtiyaç duyulabilecek malzemelerin bulunduğu bir stand kuruldu. Gezi'deki komün hayatın temelleri o gün atıldı.

Öğleden sonra, ofisteki işlerimi toparlar toparlamaz, tekrar Gezi'ye gittim. O akşam LGBT bireylerden Çarşı taraftarlarına kadar herkes oradaydı… Ben hem bir gün önce hiç uyumadığım, hem de Gezi'de kalacak çok fazla kişi olduğu için o gece geç saatlerde evime döndüm. Sabah 04:00 sırasında arkadaşlarımdan gelen telefonla uyandım: "Orada mısın? Polis sabaha karşı baskın yaptı ve Gezi'dekilere çok sert saldırdı."




ŞAFAK BASKINI
Daha gün ağarmadan polis parktaki eylemcilere bir kez daha yoğun gaz bombası ve tazyikli su kullanarak müdahale etmişti. Arkadaşlarım oradaydı. O gece parkta kalmadığım için çok pişman oldum, Gezi'den gelen her haber canımı çok yaktı. Aralarında gazeteci arkadaşım Ahmet Şık'ın, Hürriyet Daily News Foto Muhabiri Emrah Gürel'in de olduğu yaralılar vardı. Gözaltılar oldu, çadırlar, müzik aletleri yakıldı...



"BURADAYIZ, GİTMİYORUZ!"
Saat 05:00'deki polis müdahalesinin ardından çadırlar yeniden kuruldu. Gezi Parkı’na polisin saldırısıyla ilgili açıklama yapan Taksim Dayanışma üyeleri “Buradayız, gitmiyoruz” dedi. 










Mimarlar Odası’ndan Mücella Yapıcı, grup adına yaptığı basın açıklamasında bazı medya organlarının çadırları eylemcilerin yaktığı iddiasının doğru olmadığını belirtti: ''Sayın büyük yetkili dün buyurdu. 'Ben karar verdim orası kalkacak' dedi ve saat beşte ezan vakti, kurtlar kuşlar uyanmadan buraya gazla müdahale edildi. Bütün kuralları, evrensel her türlü hukuku, kendi inandığı kitabın da kurallarını çiğnedi. O yetkili iyi bilsin biz buradayız ve biz de kararlıyız. Burası artık sadece Gezi Parkı değil Türkiye'nin nefes alma yeridir. Gelin nefesinizi nefesimize katın.''



Gezi direnişi sürecinde o kadar çok şey yaşadık ki bazen günler günlere, olaylar birbirine karışıyor. Ancak şafak operasyonu denilince çok net hatırladığım iki kare var: Biri kafasına gaz fişeği isabet eden Ahmet'in kanlı yüzü, diğeri de bir gece önce ağaçlara sevgiyle sarılışına tanıklık ettiğim rengarenk ipleri nefretle söken polisin yüz ifadesi…


Polisin sert müdahalesine eylemciler börek ikram ederek, kitap okuyarak, gitar çalarak karşılık verdi.




EN BETER GÜN!

31 Mayıs

31 Mayıs Cuma günü, saat 12:00'de, Taksim Meydanı'nda "şafak baskını"yla ilgili bir basın açıklaması yapılacaktı. Taksim'deki tramvay durağının arkasında oturmuş açıklamanın yapılmasını bekliyorduk. 



Meydan çok kalabalıktı ancak en ufak bir taşkınlık yoktu




Gezi direnişi boyunca benim yaşadığım en kötü gündü diyebilirim. Polis hiç beklenmedik bir anda kalabalığın üzerine gaz ve tazyikli su sıkmaya başladı. Hiçbir hazırlığımız yoktu ve oturduğumuz yerden hemen kalkamadık. Bu yüzden çok fazla gaza maruz kaldık. 


Üzerinde "en az 12 metre uzaktan atınız, direk olarak insanların üzerine atmayınız" yazan fişekler burnumuzun dibinden geçiyordu.


 O gün BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile hala tedavisi devam eden Mısırlı Lavna Allani vücutlarına isabet eden gaz kapsülleri, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ise polisin direkt yüzüne sıktığı biber gazı nedeniyle hastanelik oldu.


Ben sanırım Gezi Direnişi boyunca bir tek o gün ölmekten korktum. Yoğun gaz nedeniyle nefes alamadım, yığılıp kalırsam büyük ihtimalle ezilecektim. Can havliyle Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı'ndan (TOMA) sıkılan tazyikli suya doğru koşmaya başladım. Sonradan öğrendim ki bunu yapan tek kişi ben değilmişim.


Göz gözü görmüyordu ve ayağımın kenarından fişekler geçiyordu. Neyse ki bir arkadaşımla karşılaştım ve daha fazla koşamayacağımı söyledim. Elimden tutup beni Taksim Meydanı'ndaki Kitchenette'e götürdü. İçeriye girer girmez kendi derdimizi unutup bizden daha beter durumda olanların yardımına koştuk. Yanımızda gençten bir çocuk yarı baygın yatıyordu ve nefes almakta güçlük çektiği için konuşmakta zorlanıyordu.



Uzun süre toparlanamayınca bir ambülansa bindirip Taksim İlkyardım'a gönderdik. Hala nasıl olduğunu merak ediyorum; bir de "dışarı çıkmayın sakın" diye sıkı sıkı tembih ettiğimiz üç küçük kız çocuğunu…


Direnişçilerin girdiği bütün mekanlar gaz bombardımanına tutulduğu için uzun saatler dışarı çıkmamız mümkün olmadı. Çok sayıda yaralı vardı. Polisin öğlen saatlerinde başlayan sert müdahalesinin ardından ortalık iyice karıştı. İstanbul'daki olaylar bu saldırıdan sonra hız kazandı. Aynı günün akşamı da müdahale devam etti.




Saat 14:30 gibi Taksim'e bütün çıkışlar kapatılmış olsa da, oldukça büyük bir kalabalık İstiklal’de toplanmayı başardı. Direniş sırasında hilal bıyıklı bir MHP'linin "Tayyip helal olsun sana, beni de BDP'lilerle yürüttün ya!" dediğine tanık oldum. Çarşı'dan LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transseksüel) Blok'a, Anti-kapitalist Müslümanlar'dan feministlere, Plaza Eylem Platformu'ndan İMECE-Toplumun Şehircilik Hareketi'ne, sendika temsilcilerinden sivillere kadar her kesimden insan bir aradaydı. Özellikle Çarşı ve LGBT Blok yaptıkları eylemlerle direnişin gözdesi oldular.


İlhan Cihaner, Gürsel Tekin, Melda Onur, Hilmi Yarayıcı gibi sanat ve siyaset dünyasından isimler de direnişe destek verdi. Yüzlerce kişi “Katil polis”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Tayyip’in itleri yıldıramaz bizleri” sloganlarıyla direniyordu. Sadece Taksim Meydanı'nda değil Sıraselviler'de, Tarlabaşı'nda, Galatasaray'da çatışma devam ediyordu. TOMA'lar, akrepler, gaz fişekleri ile kalabalığa müdahale eden polis bir süre sonra direnişçilere destek veren revirleri, mekanları, otelleri basmaya, insanları gözaltına almaya başladı.

  
Ben akşamüzeri arkadaşlarımla Divan Otel'in önünde buluştum ama çatışma başlar başlamaz birbirimizi kaybettik. Divan Otel'den Harbiye'ye kadar inanılmaz kalabalıktı ve eminim hayatında ilk kez eyleme katılmış yüzlerce insan vardı. Hatta gazdan kaçışırken gençten bir adamın arkadaşına "Ulan, Gezi'ye de bir kez gitmiş olsam gam yemeyeceğim" dediğini duydum. Erdoğan'ın damarına bastığı herkes artık sokaktaydı.


POLİS ŞİDDETİNE KARŞI SİRKE, LİMON
Peşpeşe atılan gazlar nefesimizi kesince kapısını direnişçilere açan mekanlardan birine sığındık. Herkes perişan haldeydi. Ancak inanılmaz bir dayanışma vardı. Mekan çok küçük olduğu için gaz daha fazla etkiliyordu. Ortalık biraz yatışında oradan ayrılıp Harbiye'ye doğru yürümeye başladık. Bir süre otellerin bahçelerinde oyalandık. Kalabalık artınca izdiham olabilir endişesiyle tekrar caddeye çıktık. Herkes "sakin olun", "yavaş koşun" "panik yapmayın" diye bağırarak birbirini yatıştırıyordu. Azıcık gözlerinizi kırpıştırsanız biri foşş diye gözünüze limon ya da Talcid'li su sıkıyordu. 


Bu uyarılar ve dayanışma hali direniş boyunca izdiham yaşanmasını, insanların oradan ayrılmasını engelledi. Bu arada polis şiddetine karşı alternatif direniş yolları da geliştirmeye başladık. Gözdeki yanmalara 3/2 oranında suyla karıştırılmış mide ilaçları Rennie ve Talcid, limon, süt, sirke, nefes tıkanıklığına Vicks en popüler reçetelerdi. Yanında profesyonel gaz ya da toz maskesi olmayanlar bez maskelerin içine vicks sürülmüş ped ya da bulaşık bezi koyarak gazdan korunmaya çalışıyordu. Benim bulaşık bezini keşfim İstiklal'de direnenlere koli koli bez dağıtan nalbur sayesinde oldu.

ŞOFÖRLER YA ÖLDÜRDÜ YA GÜLDÜRDÜ
O gün yoğun gaz ve tazyikli suyla Divan Otel civarından Nişantaşı'na kadar sürüldük. Bir belediye otobüsünün şoförü Osmanbey'den Nişantaşı'na ayrılan yolu TOMA ve akreplere kesince rahat bir nefes aldık. Aracını yola paralel park ederek direnişe destek veren şoför, ilerleyen günlerde bu hareketinden dolayı işten atıldı.



 Bundan yaklaşık yarım saat sonra da bir başka şoförün gazabına uğradık. Kalabalık bir grupla birlikte, karşı kaldırıma geçmeye çalışırken, beyaz bir arabanın inanılmaz bir hızla üzerimize doğru geldiğini fark ettik. Şoför öfkeden çıldırmış haldeydi… Direniş sürecindeki dayanışma halinin güzelliğinden olsa gerek adamın öfkesini kötüye yormadık. Sarhoş ya da gaspçı olduğunu düşündüğümüz şoförün niyetini 3 Haziran'da anladık.


O gün, 1 Mayıs Mahallesi'nde direnişe destek vermek isteyen onbinlerce insan sokağa çıktı. Bütün uyarılara rağmen kitlenin içine giren bir araç SODAP üyesi genç işçi Mehmet Ayvalıtaş'a çarptı, Mehmet 19'unda hayatını kaybetti.


Saat 18.00 gibi, İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin Topçu Kışlası inşaatıyla ilgili yürütmeyi durdurduğu haberini aldık. O saatlerde polis direnişçileri gaza boğmaya devam ediyordu. Ancak, Gezi'ye sahip çıkanlar saatler süren bu saldırılardan yıldırmadı. Binlerce kişi ara sokaklardan ana caddeye yürüyerek Taksim’e ulaşmayı başardı. Bizim Nişantaşı'ndan Taksim'e çıkmamız sanırım dört saat kadar sürdü. 


Bütün sokak başları polis tarafından tutulmuştu. Tarlabaşı'nda sokak kapılarını direnişçilere açan apartman sakinleri, esnaf, göçmenler, seks işçileri eylemcilere süt, limon, sirke dağıtıyordu. Açmayanlarsa anında sosyal medyada teşhir ediliyordu.

"DİRENE DİRENE KAZANACAĞIZ"
Saat 22.00 gibi Mis Sokak'taydık. İstiklal’in bütün sokaklarından “Faşizme karşı omuz omuza”, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam”, “Direne direne kazanacağız”  sloganları yükseliyordu. 



Sokaktaki barların neredeyse tamamı revire dönüşmüştü ve çok sayıda yaralı geliyordu. Her yer savaş alanı gibiydi. Biz bütün bunları yaşarken ulusal kanallarda yemek programlarının, belgesellerin ve yarışmaların yayınlandığını bilmiyorduk tabi. Annemin o saate kadar beni hiç aramamış olmasından anlamalıydım oysa…



Gece yarısı GS Lisesi, Harbiye Orduevi, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi, Divan Otel gibi pek çok mekan halka kapılarını açtı. O akşam kapılarını direnişçilere açan Taksim Hill Otel'in içine gaz bombası atıldı. Saatler geçmesine rağmen polis şiddeti hiç azalmadı, ölüm,  yaralanma, gözaltı haberleri gelmeye başladı. Bu kadar olumsuz gelişmeye rağmen biz umudumuzu hiç yitirmedik. Çünkü tekrar tekrar yaşamayı ümit ettiğim müthiş bir dayanışma vardı.



 

"HER YER TAKSİM HER YER DİRENİŞ"
Aynı gün Ankara'nın Kuğulu Parkı'nda, İzmir'in Gündoğdu ve Konak bölgelerinde, Mersin'in Özgür Çocuk Parkı'nda, Dersim'in Sanat Sokağı’nda, İzmit'in Cumhuriyet Parkı’nda, Konya'nın Atatürk Anıt Alanı’nda, Manisa'nın Manolya Meydanı'nda, Marmaris ve Adana'nın Atatürk Parkı’nda protesto yürüyüşleri düzenlendi. Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi'nde düzenlenen mezuniyet töreni sırasında stadın kenarındaki köprüye 'Gezi Parkı direniyor. Taksim'e selam' yazılı pankart asan Öğrenci Kolektifi üyesi 5 kişi gözaltına alındı.


Gecenin bir vakti olmasına rağmen sosyal medya çok hareketliydi ve herkes Gezi ile ilgili bilgiler paylaşıyordu. Açılan revirlerin adresleri, ihtiyaç listeleri, hangi sokakta polis olduğu, nereye gaz atıldığı gibi direnenlerin işini kolaylaştıracak bilgilerin dışında Mis Sokak'ta yangın çıktığı, insanların mahsur kaldığı, Bursa'dan takviye gaz getirildiği gibi bir dolu kötü haber de dolaşıyordu. Çatışma o kadar uzun sürdü ki ben ilerleyen saatlerde tedirgin olmaya başladım. 



Sabah silahlı saldırı olacağını, Taksim'den çıkamayacağımızı düşünüyordum. Hatta kollarımıza kan gruplarımızı yazdığımızda dilerim annemi çok üzecek bir şey gelmez başıma derken kendimi yakaladım. Sonra inanılmaz bir şey oldu. 




Saat 24:00'de 200 kişilik bir grubun Beşiktaş’ta toplandığını ve “Her yer Taksim her yer direniş” sloganları attığını, araçların kornayla eyleme destek verdiğini öğrendik. Derken başka haberler ulaştı: "Pangaltı'dan, Harbiye'den Gezi'ye doğru yürüyüş başladı", "Halk ayaklandı", "Evlerinden çıkamayanlar pencerelerinde tencere tava çalarak direnişe destek veriyorlar"…



O gece Kadıköy'de toplanan on binlerce insan, Taksim Gezi direnişine destek vermek için Boğaziçi Köprüsü'nü yürüyerek geçti. Geceyi Taksim'de çatışarak geçirenler için çok umut verici bir gelişmeydi. Direnen bir avuç insandık, sonra çoğaldık. Bence korku duvarını 31 Mayıs gecesi aştık.


TAM 40 SAAT
Polisin Taksim'deki sert müdahalesi büyük tepki topladı. Direniş sabaha kadar sürdü. Sosyal medyada çok fazla kirli bilgi dolaşıyordu. TV kanallarında olaylarla ilgili hiçbir şey yayınlanmadığı için çevremizde olan bitenlerden habersizdik. Geceyi neredeyse hiç uyumadan geçirdik. 


Eylemler hızla diğer illere de yayıldı. Ankara, İzmir, Mersin, İzmit, Konya, Manisa gibi pek çok kentte gösteriler yapılmaya başlandı. Tam 40 saat… İstiklal Caddesi’nden Taksim Meydanı’na, kırk saate yakın süren çatışmalardan sonra çıkabildik.




48 İLDE, 90'IN ÜZERİNDE GÖSTERİ
01 Haziran
31 Mayıs'ı 1 Haziran'a bağlayan gece direnişçilere destek vermek isteyen Anadolu yakasındaki eylemciler Boğaziçi Köprüsü üzerinden Taksim'e doğru yürüyüşe geçti. Sabah saatlerinde Beşiktaş’a ulaşan gruba polis gaz bombaları ve tazyikli su ile müdahale etti. Orada müdahale devam ederken Anadolu yakasının diğer kesimlerinden de birçok protestocu Taksim’e ulaşmak için yürüyüşe başladı. 


CHP 1 Haziran Cumartesi günü, saat 16.00'da, Kadıköy'de yapmayı planladığı Demokrasi ve Özgürlük Mitingi'ni son anda iptal etti ve Taksim'e çıkma kararı aldı. Ağrı'dan, Ankara'dan, İzmir'den otobüs dolusu insanlar yollara döküldü.



Yaşanan gerilim ve polis müdahalesi sonrası Taksim'e girmeyi başardık. Meydana girince biteceğini sandığımız olaylar Beşiktaş'ta başlayan müdahale nedeniyle yeniden tırmandı. 

  
Ankara’dakiler direnmeye devam ediyordu. Öğlen saatlerinde Güven Park’ta toplanan kalabalığa polis gözyaşartıcı gaz ve tazyikli su ile müdahale etti. 1 Haziran itibarıyla 48 ilde, 90'ın üzerinde gösteri yapıldı. Uluslararası Af Örgütü tüm dünyadaki aktivistlerine eylem çağrısında bulundu.


KADINLAR HER YERDE!
Eylem sırasında kadınların yok sayılması, gazlar atılırken kapılarını direnişçilere açan, bizlerle birlikte çatışan Tarlabaşı'ndaki seks işçilerini, gaylari, transları bu alanlardan uzaklaştırabilecek cinsiyetçi ve homofobik küfürlerin edilmesi. "Kurabiye Tayyip", "Atatürk'ün askerleriyiz", "Koduk mu?" gibi sloganların atılması, duvarlara bu öfkenin sorumlusu olmadıkları halde Erdoğan'ın anasına, kızına yönelik yazılar yazılması canımızı fazlasıyla sıktı. 




  

Kadınlara yönelik küfürler, tacizler ve tepkiler erkek egemen bir namus algısının göstergesiydi. Oysa direnenler arasında kadınlar ve LGBT'ler ağırlıktaydı. 
   

 


Olayların ilk günü polisin şiddetine maruz kalan kırmızılı kadın Ceyda Sungur, TOMA'nın karşısına geçip kollarını açan Kate Mullen direnişin sembolleri olmuştu. 

 

Sıraselviler Caddesi üzerinden Taksim'e çıkmaya çalışan bir başka kadın üzerine sıkılan biber gazı ve tazyikli su nedeniyle ayakta bile duramazken polis memurlarına "Çok büyük yanlış içindesiniz. Yapmayın. Görevi bırakın. Görevi bırakın!" diye bağıracak kadar cesaretliydi.





Gezi Parkı direnişi feminist bir eylem değildi, ama feminist kadınların etkin olduğu bir süreçti. Bu süreçte biz cinsiyetçi küfürlere karşı "Küfürle değil inatla diren" sloganını ürettik, LGBT ve anti-militarist arkadaşlar da "Kimsenin askeri olmayacağız" sloganını…  Her iki slogan da hızla yayıldı ve direniş boyunca feminist veya LGBT olmayan kişiler tarafından da kullanılmaya başlandı. 



Direniş boyunca kadınların taleplerini dile getirdiğimiz, yoğun katılımlı pek çok eylem yaptık. 
  




 

  

KOMİK MİYİZ NEYİZ?



O gün Çarşı grubunun polisleri kovaladığı ve TOMA'yı ele geçirdiği haberi herkesin yüzünü güldürdü. Polis telsizini ele geçiren Çarşı taraftarları "polis beyaz desene" diye anons yaptılar. Hatta "2 gün önce sevgili devletimizden aldığımız az kullanılmış TOMA satılıktır. Fiyatını medyaya sorun onlar kaça satıldığını iyi bilirler" şeklinde bir de ilan yayınladılar.


"Artık bizim bu ülkede işimiz çok zor" diyen mizahçılar direnişçilere şapka çıkardı. Onca gerginliğe rağmen bütün duvarlar birbirinden yaratıcı yazılarla donatılmıştı. 




"Kahrolsun bağzı şeyler", "Recep'i mi kullanıyorsun Tayyip'i mi?", "Kakamın yüzde 50'sini tutamıyorum", "Dün çok çeviktin polis", "Polis kardeş gözlerimi yaşartıyorsun", "Çare Drogba", "Mustafa Keser'in askerleriyiz", "Bu halk bir harika dostum", "Korkma la biziz halk", "Biberi bal eyledik meydanları dar eyledik", "Türkiye güzel ülke de çevresi kötü", "Ya ameliyatlı yerime gelseydi", "Huzur isyanda", "O son birayı yasaklamayacaktın", "Ay resmen devrim" bir çırpıda sayabildiğim duvar yazıları… "Biber gazı bala benziyor" ise bence sürece en uygun olanıydı.















#DİRENPENGUEN
02 Haziran

01 Haziran'da Taksim Meydanı'na girmeyi başardık ama çatışmalar son bulmadı. Ertesi gün Beşiktaş Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi önünde olaylar patlak verdi. O gün CNN Türk eylem haberleri yerine penguenlerin hayatını anlatan bir belgesel, Kanal D de evlilik programı yayınladı. Bu süreçte Halk TV herkesin gözde kanalı oldu. Direniş devam ederken CNN'de yayınlanan penguen belgeseli inanılmaz yaratıcı esprilerin üretilmesine ve yandaş medyanın bu yolla eleştirilmesine sebep oldu.


"YASAL NE AYOL?"
Eylemin ilk haftası polisin yüzüne biber gazı sıktığı kırmızılı kadın, TOMA'ya göğüs geren siyahlı kadın, V maskesi takan başörtülü kadın kadar konuşulan ve sempati toplayan başka yüzler, başka gruplar da vardı.


Çevik kuvveti canından bezdiren Çarşı Grubu, "Bu maskenin altında etten fazlası var. Bu maskenin altında fikir var, fikirler kurşun geçirmez" düsturuyla bir başkaldırı ikonu haline gelen maskeli devrimci V, kendilerini Marksist ve Sosyalist olarak tanımlayan Kızıl Hackerlar (Redhack), "Yasal ne ayol?", "Ay resmen devrim" ve "Aşk örgütlenmektir" sloganlarının sahibi LGBT Blok, ağaç kesimini engellemek için kendisini iş makinelerinin önüne atan ve direnişin bütün süreçlerinde aktif olarak yer alan Sırrı Süreyya Önder, sırtında taşıdığı Talcid'li solüsyonla gözü yaşaranların imdadına koşan Talcidman direnişin en sevilenleri oldu. 



Sonra bu isimlere eylemi yurt çapında bir salgına dönüşen Duran Adam Erdem Gündüz, sağanak yağmura aldırmadan sabaha kadar Taksim Meydanı'nda piyano çalan Davide Martello gibi isimler de eklendi.



En çok dalga geçilenler sıralamasında ise iki belediye başkanı birincilik için kapıştı. Ancak Twitter'da yaptıklarıyla gündemden düşmeyen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile A Haber'de yayınlanan "Bi Sormak Lazım" programına konuk olup, Selin Ongun'un Gezi ile ilgili sorulara yanıt bulamayan Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın tahtına Necati Şaşmaz göz dikti.



 

"GECEDEN GÜNDÜZE DEĞİL DE…"
Ben direniş boyunca en çok kitlenin espri üretme ve uygulama hızına şaştım. Artık gündemi duvar yazılarından takip eder olmuştuk. 


Mesela Kurtlar Vadisi'nin Polat Alemdar'ı Necati Şaşmaz, 12 Haziran'da Gezi eylemleri hakkında Erdoğan ile bir görüşme yaptı. Şaşmaz'ın görüşmenin ardından basın mensuplarına yaptığı anlamlı (!) konuşma çok kısa bir süre sonra duvarlara yansıdı. Yarım saatlik konuşmadan tek kelime anlayan çıkmayınca "Şaşmaz'ı anlama kılavuzu" yayınlandı, konuşmanın tamamı deşifre edilerek sosyal medyada paylaşıldı.

Ben "Geceden gündüze değil de, bugünden yarına değil de, çok acil olarak değil de çabuk çabuk" cümlesini az çok anladım da fosforlu kedi gözü betimlemesinden, sosyologları yol gösterici sanmasından, sesimizi görselde dünyaya duyurma çabasından, tahammülde yük taşıma tamlamasından ne yalan söyleyeyim pek bir şey anlamadım. Ancak "Allah hepimize yardim etsin ama en çok bana" dileğine yürekten "amin" dedim!


 

Ben bu açıklamayı dinledikten yarım saat sonra Gezi Parkı'ndaydım ve dev bir nazar boncuğu merdivenlerden aşağıya doğru sarkıtılıyordu. Çünkü Şaşmaz konuşmasını "Bana göre bu ülkeye nazar değmiştir. Dua okuyalım da bu üzerimizden gitsin" cümlesiyle tamamlamıştı. Bu benzersiz konuşma Twitter'da da eğlence konusu oldu, #direntürkçe etiketi TT listesine girdi. Hatta ilerleyen günlerde Şaşmaz'a Hormonlu Domates ödülü bile getirdi.


"Kaç gündür TV'de izliyorum, hep kuru yiyorsunuz, size çorba getirdim" diyen direnişçi teyzeler, çocuklarına destek için Taksim'e gelen anneler de graffitilere konu oldu TOMA ile anne terliği kıyaslandı, anneler için ihtiyaç listeleri açıklandı: "Polisin kafasına atmak için terlik, direnirken terleyen çocukların sırtına koymak için havlu, Gezi'de taşa oturanların altına minder…"


"SİNİRLENİNCE ÇOK GÜZEL OLUYORSUN TÜRKİYE"
Bir araya gelmeleri hayal bile edilemeyen üç büyük futbol takımının taraftarlarının, milliyetçilerle BDP'lilerin, homofobiklerle LGBT'lerin buluşması, bir arada direnmesi, birbirini anlamaya çalışması Gezi eylemlerinin yarattığı en önemli şeylerden birisiydi.

  

"67 İLDE 235 EYLEM YAPILDI"
2 Haziran Pazar sabahı Taksim'de ortaya iki farklı görüntü çıktı. Bir yanda ters çevrilmiş, zarar görmüş polis arabaları, canlı yayın araçları, belediye otobüsleri diğer yanda da Taksim'i temizleyen eylemciler vardı. 




O gün başta İstanbul olmak üzere Ankara'dan, İzmir'e, Eskişehir'den Adana'ya, Samsun'dan Dersim'e kadar pek çok ilde eylemler sürdü. İçişleri Bakanı Muammer Güler, 28 Mayıs'tan 2 Haziran'a kadar 67 ilde 235 eylem yapıldığını, bin 730 kişinin gözaltına alındığını, zararın 20 milyonu bulduğunu söyledi. Beşiktaş'ta akşam saatlerinde başlayan eylemler yine sabaha kadar devam etti. Beşiktaş'ta direnişçiler iş makinesini ele geçirdi. Taksim sabah saatlerinde sakindi ancak akşam saatlerinde yeniden doldu.

O gün Türk Tabipler Birliği’nin yayınladığı rapora göre İstanbul ve Ankara’da 1.000'den fazla yaralı vardı. Gözlerini kaybedenler dahil olmak üzere, yaralananların çoğuna hedef alınarak tazyikli su sıkılmıştı ve göz yaşartıcı bombalara, plastik mermilere direkt maruz kalınmıştı.
  
"EVERYDAY I'M ÇAPULİNG"

Olaylar özellikle Erdoğan'ın "Evet, cami de yapacağız. Ben bunun iznini gidip de birkaç çapulcudan alacak değilim. Şu Twitter toplumun baş belası" sözleri ve Teke Tek programında yaptığı "İçki içen alkoliktir"; "Kışlayı yapacağız, içinde kültür merkezi, AVM veya rezidanslar olacak. Camiyi Maksim Gazinosu'nun arkasına yaptıracağız, AKM'yi yıkıp aynı adla yeni opera binası yapacağız" açıklamasıyla iyice tırmandı. Tabi çapulcu lafı "Everyday I'm Çapuling" olarak hızla duvarlara yansıdı.


 "Chapuling" kelimesini listesine dahil eden internet sözlüğü Zargan kelimenin anlamını "hakkını aramak", "insan yerine konmayı talep etmek", "baskıya direnmek" olarak açıklarken, herkesin katkıda bulunabildiği özgür ansiklopedi Vikipedi'de "çapuling" şöyle tanımlandı: "2013 Taksim Gezi Parkı protestoları sürecinde Başbakan Tayyip Erdoğan'ın konuşması sırasında türetilen yeni oluşum."

"YÜZDE 50'Yİ ZOR TUTUYORUZ"
03 Haziran
Başbakan'ın eylemcileri hem güldüren hem de kızdıran açıklamaları bununla sınırlı kalmadı. 03 Haziran Pazartesi günü, Fas'a giderken, Atatürk Havalimanı'nda oldukça gergin bir açıklama yapan Erdoğan, bu defa Afrika gezisini eleştirenleri, kendisini köşeye sıkıştıran Reuters muhabirini ve eylemcileri fena halde tehdit etti. Gezi Parkı’ndaki olayların parkla ilgisi olmadığını belirterek, “Ben dün İstanbul’da açılışlar yaptım. Şimdi de Fas, Cezayir ve Tunus’a gidiyoruz. Şimdi diyorlar ki Başbakan bu zamanlarda hep yurtdışına gider. Bunlar aciz, zavallı. Bunlar aylar önce planlanmış ziyaretlerdir. Bu aşırı uçların organize ettiği bir eylem. Maalesef bu eyleme katılma durumunda olanlar var. Olay bir Gezi Parkı olayı değil. Şu anda evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50’si var. Biz onlara ‘aman sabırlı olun sakın bu oyunlara gelmeyin’ diyoruz. Şu anda burada böyle bir adımın atılması, organize, içeriden, dışarıdan bağlantıları olan bir adımdır. Benim vatandaşımın bu oyuna gelmemesi gerekir. Burada yapılacak olan bir Topçu Kışlası olayıdır. Bu bir milletin yöneticilerine ve kültürüne sahip çıkmasıdır. Gezi Parkı’ndaki ağaç meselesi bu işin aslında fitilini ateşleme olayıdır. Vebali olanlar bunun hesabını verecektir."




'TENCERE TAVA HEP AYNI HAVA'
Toplantı sırasında, "Günler süren tencere, tava eylemleri hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye soran gazeteciye Erdoğan'ın yanı ise “Tencere tava hep aynı hava" oldu. O gün çok gergin olmama rağmen dakikalarca bu cevaba güldüm. Aynı gün Abdullah Gül "Demokrasi demek sadece seçim değildir, mesajlar alınmıştır" açıklaması yaptı.

Başbakanın “Tencere, tava hep aynı hava” sözlerine en güzel yanıtıysa birkaç gün sonra Kardeş Türküler verdi.



Direnişe gelen şarkılı destekler bununla sınırlı kalmadı… Duman Eyvallah'ı, Boğaziçi Caz Korosu Çapulcu musun vay vay'ı, Nazan Öncel Güya'ı hazırladı. Sonra bu tarz şarkılar pıtırak gibi çoğaldı.

ARINÇ ÖZÜR DİLEDİ
Bundan bir gün sonra Ankara'da yoğun bir trafik yaşandı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Vekili Bülent Arınç'ı ve BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önderi'i kabul etti. Arınç, yaptığı açıklamada "O ilk olayda, çevre duyarlılığıyla hareket edenlere karşı yapılan aşırı şiddet gösterisi yanlıştır, haksızdır. O yurttaşlarımdan özür diliyorum" dedi.

O gün açıklama yapan Taksim Dayanışma ise şu talepleri dile getirdi: "Gezi Parkı, park olarak kalacaktır. Ne Taksim’de Topçu Kışlası’na ne de tüm doğa ve yaşam alanlarımızın talanına izin vermeyeceğiz. Gezi Parkı’ndaki direnişten başlayarak halkın demokratik hak kullanımını engelleyen,  şiddetle bastırma emrini veren, bu emri uygulatan, yüzlerce insanın yaralanmasına neden olan sorumlular, başta İstanbul Valisi, Emniyet Genel Müdürü olmak üzere derhal istifa etmelidir. Gaz bombası kullanılması yasaklanmalıdır. Gözaltına alınan arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalı, haklarında hiçbir soruşturma açılmamalıdır. Türkiye’deki tüm meydanlarında, kamusal alanlarda toplantı, eylem yasaklarına son verilmelidir." Tabi istifalar sadece umut etmekle kaldı…


GÖZALTILAR ARTTI

04 Haziran

04 Haziran'da gündüzü olaysız geçirdik ama gece çatışmaya devam ettik. Polis, Beşiktaş'taki Başbakanlık Çalışma Ofisi önündeki eylemcilere biber gazı ve tazyikli suyla, Gazi Mahallesi’ndeki tencere tavalı 2.000 direnişçiye de TOMA'larla müdahale etti. O gün Ankara Güvenpark'ta 65 kişi gözaltına alındı. İstanbul’da olaylarla ilgili gözaltına alınan toplam gösterici sayısının 422'ye ulaştığı açıklandı. 422 göstericiden 281'i serbest bırakılırken, 76'sı adliyeye sevk edildi. Dersim'de, Adana'da İzmir'de, Eskişehir'de direnişe destek devam etti.


ABDULLAH, ETHEM, ALİ VE DİĞERLERİ...



04 Haziran'da henüz 22'sinde olan Abdullah Cömert polis tarafından öldürüldü. Kızıl Hackerlar olarak da bilinen RedHack, "03 Haziran 2013 Pazartesi günü, saat 23.35 sıralarında, merkeze bağlı Armutlu Mahallesi’nde, Belen nüfusuna kayıtlı ve Gazi Mahallesi'nde ikamet ettiği belirlenen Abdullah Cömert isimli vatandaşımız, kimliği henüz belirlenemeyen bir kişinin açtığı ateş sonucu ağır yaralanmıştır. Yaralı vatandaşımız kaldırıldığı hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetmiştir. Olayla ilgili olarak adli makamlar tarafından geniş çaplı inceleme başlatılmıştır. Kamuoyuna saygı ile duyurulur" şeklinde açıklama yapılan “www.hatay.gov.tr” sitesini hackledi. Bu ne yazık ki Gezi olayları sürecinde aldığımız son ölüm haberi olmadı.

 
Abdullah'ın ardından Güvenpark'ta direnen Ethem Sarısülük, polis memuru Ahmet Şahbaz tarafından 9 mm çapında mermi ile vurularak öldürüldü. 14 gün yoğun bakımda kalan Ethem'in, beyin ölümü 12 Haziran'da gerçekleşti. Otopside mermi çekirdeğinin beynin içinde olduğu rapor edildi.
 

Her kayıp çok acıydı ama benim içimi en çok Ali yaktı. Çünkü Ali İsmail Korkmaz 02 Haziran'da, Eskişehir'de, polis şiddetinden kaçarken sokakta kimliği belirsiz kişiler tarafından sıkıştırılarak odunlarla dövüldü. Yere yıkılana kadar dayak yedi, olaya şahit olan bir kişi korktuğu için müdahale edemedi. Polisten çekindiği için hastaneye gidemeyen Ali'yi arkadaşları zorla doktora götürdü. Ancak eylemden gelenlere bakmayan doktor Hasan Gülcü, bir şeyi olmadığını ve gidip ifade vermesini söyledi. 

Ali sabah uyandığında konuşma zorluğu çekiyordu. Arkadaşları ailesine haber vererek başka hastaneye götürdü. Hastanede beyin kanaması geçirdiği ve vücudunda pek çok kırık olduğu söylendi. Ali ameliyata alındı ancak müdahale edilmekte geç kalındığı için solunumunu ve bilincini kaybetti. 37 gün boyunca gözlerini açamayan, gencecik üniversite öğrencisinin, 10 Temmuz’da ölüm haberi geldi. Ailesinin, arkadaşlarının, bizlerin içine koca bir acı bırakan Ali'nin katilleri ise hala bulunamadı (!)

 
"BOYANI KAP GEL"
Kadınlar, seks işçileri ve eşcinsellerle ilgili atılan küfürler, direnişin başladığı ilk günden itibaren duvarlarda, sokaklarda ve sloganlarda karşımıza çıktı. Gezi Parkı protestolarının duvar yazısı ve graffiti şeklinde yansıdığı İstiklal Caddesi'nde feminist bir eylem yaptık. Duvarlardaki cinsiyetçi ve küfürlü yazıları sprey boyalarla kapatıp yerlerine ya kendi sloganlarımızı yazdık ya da feminalar yaptık.


KÜFÜRLE DEĞİL, İNATLA DİREN!
04 Haziran'da İstanbul Feminist Kolektif olarak "Boyanı kap gel. Küfürle değil inatla diren!" çağrısı yaptık ve saat 16:00'da, Taksim'de buluşarak cinsiyetçi ve homofobik küfürleri temizledik. Beyaz ve mor boyalarımızla küfürleri dönüştürürken “Küfürle değil, inatla isyan”, “Küfür tacizdir, inatla diren”, “Tayyip kaç kaç kaç, kadınlar geliyor” sloganları attık. 




08 Haziran'da, Gezi Parkı'nda yaptığımız küfür atölyesinde de kadınların bedenlerini ve cinselliğini hedef alan küfürleri nasıl tersine çeviririz, bununla nasıl mücadele ederiz sorularına yanıt aradık. 







Beden, cinsiyet, dil ilişkisini tartışırken tedavülden kalkmış küfürlerimizi hatırladık, cinsiyetsiz küfürlerin neler olabileceğini, tamamen küfürsüz bir tepkinin nasıl verilebileceğini tartıştık.
  

BİZ DE ÇADIR KURDUK, HEM DE MOR!
Biz kadınların da Gezi'de artık bir çadırı vardı. Her akşam saat 19:00'da, "Tayyipsiz, tacizsiz hava sahası"nda toplanıp sohbetler ettik, sloganlarımızı attık, broşürlerimizi dağıttık, halayımızı çektik… 




İstanbul Feminist Kolektif olarak kurduğumuz çadırı mor dövizlerle kapladık. Direnişin sürdüğü sokaklarda kendimizi normalden daha güvende hissediyorduk ve bu güveni korumamız gerektiğini düşünüyorduk. 



Mor çadırı örgütlenmek, atölyeler yapmak, kendi sözümüzü üretmek, cinsiyetçi küfürlere "dur" demek ve ihtiyaçlarımızı karşılamak amacıyla kurduk. Olası taciz vakalarında kadınların başvurabilecekleri bir yerleri olsun istedik. Direnişte kullandığımız sloganları tişörtlerimize basabileceğimiz bir masa oluşturduk. Bir de Gezi'ye gelen kadınların hükümetten ve erkeklerden taleplerini yazdıkları "kadınlar ne ister?" başlıklı bir panomuz vardı. 





İstanbul Feminist Kolektif olarak kurduğumuz çadır bütün kadınları temsil ediyordu ve isteyen her kadın çadırımızı kullanabiliyordu. "Kadına, orospuya, ibneye küfretme", "Barikattayız direniyoruz", "Gezi'de tacize yer yok" gibi sticker'lar yaptırdık. 



Bu kadar emek verdiğimiz çadırımız polisin Gezi'ye saldırısı sırasında yandı. Hemen ardından Gezi Oteli civarında ikinci çadırı kurduk.


"ABLA YA ŞEREFSİZ DİYEBİLİYOR MUYDUK?"
Benim çadır nöbetinde olduğum gecelerden birinde bir grup erkek çalılıkların arkasında içerek küfrediyordu. Gidip uyarma ihtiyacı duydum. "Arkadaşlar kaç gündür burada bağırıyoruz, küfürle değil inatla diren diye" der demez özür dileyip sustular. Normal koşullarda sabahın 5'inde parkta içen bir grup erkeğe bunu söylemeye cesaret edemezdim, etsem bile özür dilemezlerdi… Bu süreçte LGBT'lere karşı tavır da çok değişti. İbneyi küfür niyetine kullananlar "oğlum sen de amma homofobiksin",  "şerefsiz diyebiliyor muyduk acaba?" demeye başladılar. Henüz devrim yapamamış olsak da devrim kadar önemli bir kazanım sağlandı bence Gezi'de. 




KÜTÜPHANE VE DEVRİM MARKET

Bizim çadır kadar heyecan verici bir başka oluşum da Gezi'de kurulan kütüphaneydi. Kaldırım taşlarından yapılan raflarda, Gezi kaşeli, envai çeşit kitap okurunu bekliyordu. 






Ben kütüphaneyi görür görmez basın danışmanlığını yaptığım Yazar Ayşe Kulin ile görüştüm. Son kitabı Dönüş'ü çıkarttığı Remzi Kitabevi kütüphaneye 200, eski yayınevi Everest ise 50 kitap bağışlandı ve Ayşe Kulin Gezi'ye gelerek kitaplarını imzaladı. 250 kitap birkaç saat içinde yeni sahiplerine ulaştı. 




Ayrıca gönüllüler Gezi Parkı'nın ortasına paranın geçmediği Devrim Market'i kurdu. Direnişçiler için halk ve esnaf erzak yardımı yaptı. Paranın geçmediği komün yaşam Gezi'de kendiliğinden oluştu. 









Gezi Direnişi sürecinde işportacı tezgahlarının da yüzü değişti. V maskelerinden dilek fenerlerine, toz maskelerinden barete kadar her şey satılır oldu.  





"ZALİM SULTAN'A KARŞI…"
05 Haziran
05 Haziran'da KESK, DİSK, TTB, TMMOB iş bırakma eylemi yaptı. Gezi'de o gün ilginç bir ortam vardı. Direnişe destek veren Antikapitalist Müslümanlar'la birlikte kandil simidi yenildi. Grup üyesi Münibe Altıparmak "Yarabbi, 9 gündür bu meydanda direniş içerisinde olan gençlerin seslerini kavli, soluklarını güçlü eyle. Direnirken ölen kardeşimize Allah’tan rahmet, kalanlarına marifet diliyoruz. Zalim Sultan'a karşı, Hakkı haykıran gençleri bu memleketten eksik eyleme" şeklinde dua etti.




Gezi Direnişi'yle ilgili haberlere ulusal basın kayıtsız kalırken yabancı basın geniş yer ayırıyordu. Star, Sabah, Habertürk, Bugün, Yeni Şafak, Zaman ve Türkiye gazeteleri Başbakan Erdoğan'ın Kuzey Afrika dönüşü yaptığı açıklamayı 07 Haziran'da "Demokratik taleplere canımız feda" başlığıyla manşete taşıdı. Yani hükümete yakın yedi gazete birden aynı başlıkla yayınlandı.