Translate

15 Ekim 2011

CANIYLA OYNAYANLAR

9 GÜNDE 10 İL GEZEREK 
CANIYLA OYNAYANLAR'IN İZİNİ SÜRDÜK

Sinemanın henüz yaygınlaşmadığı, televizyonun ise hayal olduğu 1940’lı yıllarda her yaştan insanın en büyük eğlencesi canbazhaneler, efsaneleşmiş kahramanlarıysa ip canbazlarıydı. İp üstünde yürüyen, dans eden, kurban kesen ip canbazlarının öyküsünü arkadaşım Serdar Güven filmleştirdi. Değişen eğlence anlayışı içinde, yok olmaya yüz tutan geleneksel ip canbazlığı seyirliğinin dününü ve bugününü anlatan filmde ben de yönetmen yardımcısı olarak çalıştım.

(Canıyla Oynayanlar / Belgesel Sinema)


Okuyanlar bilir, Ünlü Seyyah Evliya Çelebi’nin 17’nci yüzyılda kaleme aldığı, 10 ciltlik Seyahatname’de gözlemlerin yanı sıra aklın alamayacağı kadar garip olaylar da yer alır.
Hatta bu hikayelerden biri şöyle başlar:
“Kırk senede bir cümle resenbazlar (ip canbazları) sözbirliği ederek toplanıp birbirlerini yola çekip imtihan etmek için İstanoz Deresi’nde ve Anadolu’da Gedüz Kalesi kıyısında panayır kurup, ip canbazlığı ederler. Bizler dahi işsiz güçsüz adamlar bu dere içinde seyirlerine gidip gördük, mavi bulutlarda nihayet bulmuş yalçın kayalı dar boğazda kayaların yüksek tepesinde, bir kayadan bir kayaya sağlam frenk ipleri bağlayıp kayalar kesmesin diye iplerin başına postlar bağlayıp, güvenilir adamları silahlarıyla koymuşlar, üstatlar marifetini yaparken bir düşman ipi kesmeye diye gözcü tayin etmişler.”
Geçen yıl mayıs ayında, Evliya Çelebi’nin Ankara notları arasında yer alan, ip üstünde yürüyen, dans eden hatta kurban kesen ip canbazlarının öyküsünü çekmek için yollara düştük... 

Serdar'la birlikte, 9 günde 10'u aşkın şehre gittik... İstanbul’dan başlayıp, İzmir, Denizli, Çameli, Fethiye, Antalya, Ankara ve Adapazarı’nda değişen eğlence anlayışı içinde, yok olmaya yüz tutan geleneksel ip canbazlarının izini sürdük.


Çocukluğu 1940’lı yıllara rastlayan herkesin, ip canbazları üzerine anlatacak bir anısı mutlaka bulunur. Sinemanın henüz yaygınlaşmadığı, televizyonunsa hayal olduğu o yıllarda her yaştan insanın en büyük eğlencesi canbazhaneler, efsaneleşmiş kahramanlarıysa ip canbazlarıydı. Değişen eğlence anlayışıyla birlikte ip canbazlarının sayısı giderek azalmaya, canbazhaneler de birer birer kapanmaya başladı.
Canbazhaneler ve ip canbazlığı gösterisi, Türkiye’de tarihi çok eskilere dayanan bir gelenek aslında... 1582 yılında, At Meydanı’nda, Şehzade Mehmet için yapılan sünnet şöleni eğlenceleri dünyada eşi benzeri görülmemiş bir karnaval havasında geçermiş.
 

Surname-i Humayun ismi verilen bu şenliklerde cesaret ve hüner isteyen gösterilerin en iyisini ip canbazları sergilermiş.

 

16’ıncı ve 17’inci yüzyılda, ülkenin tüm ip canbazları, belirli dönemlerde bir araya gelerek, birbirlerini sınamak için müsabakalar düzenlerlermiş. Bu canbazlık imtihanı, Baş Pehlivan Sipahi Mahmut Çelebi önderliğinde, Ankara’daki Zir Köyü Kayalıkları denilen yalçın kayalıklara ipler gerilerek yapılırmış.  
Bu dönemin anlatıldığı bölümün görsel zenginliği Zir Kayalıkları’nda gerçekleştirilen çekimlerle ve yöre insanıyla yapılan röportajlarla sağlandı.
 
Canbaz kelimesindeki ‘baz’ hecesi Farsçada ‘oynamak’ anlamına geliyor. Yani canbaz kelimesi “canıyla oynayanlar” için kullanılıyor.
Biz çekimlerde jimmy jip niyetine belediye vinci kullandık. Külüstür vincin tepesinde çekim yapmaya çalışırken Serdar da canbaz gibiydi!
Belgesel için derlenen arşiv kayıtları hayatta olan ip canbazlarının anlatımlarıyla desteklendi.
25 yıl boyunca, ipten hiç düşmeden tel üzerinde, neredeyse bütün Anadolu’yu gezen ancak, henüz 57’sindeyken dut ağacından düşüp hayatını kaybeden efsane ip canbazı Adapazarlı Abdullah, aynı dönemin meşhur ip canbazlarından Muğlalı Yakup ve Rıfat Telgezer gibi şu anda hayatta olmayan isimlerin hikayeleri ise döneme tanıklık eden kişilerin ağzından aktarıldı.
Cumhuriyet döneminde ipe ilk çıkan canbaz Adapazarlı Abdullah olmuş.
Henüz 16 yaşındayken ip canbazlığına gönül veren Abdullah Yıldız, jimnastikçi kıyafetleri, atletik yapısı ve bakımlılığıyla ip canbazlığı sürecinde yeni bir dönemi başlatmış. Yıldız’ın, en zor numaralarından biri ip üzerinde kurban kesmekmiş. Bu hüneri çok az ip canbazı gösterebiliyormuş... Yeğeninin düğününde de, köy meydanına gerdiğin ipin üzerinde, ince topuklu kadın ayakkabılarıyla yürümüş…
İp canbazları tüm canbazhanelerin assolistleriymiş. Tüm gösteriler bitip sıra ip canbazına geldiğinde, herkes nefesini tutarak gösteriyi izlermiş. Türkiye’de canbazhane geleneğini 1938 yılında Rıfat Telgezer başlatmış. Telgezer’den sonra yetişen pek çok ip canbazının kendi ismiyle anılan birer canbazhanesi olmuş.
Rıfat Telgezer Canbazhanesi, gösterilerine eklediği sirk ve kabare öğeleriyle yeni bir süreci başlatmış. Öyle ki bu canbazhane için İsmet İnönü’nün emriyle Devlet Demir Yolları tarafından özel bir vagon bile tahsis edilmiş ve Türkiye’deki bütün Halkevleri için gösteriler düzenlenmeye başlanmış.
Bir döneme damgasını vuran bu iki usta vefat edince, bayrağı Osman Obüs, Muğlalı Yakup, Sıtkı Yolagel, Şevket Soyurgel gibi ünlü ip canbazları devralmış. 

Bugün Cumhuriyet Dönemi ip canbazlarının hayatta olan tek temsilcisi, 92 yaşındaki Osman Obüs.
Yaşına rağmen hala çok enerjik olan ve bir dakika bile yerinde duramayan Osman Amca’nın tek hüneri canbazlık değil. Sihirbazlık yapan, kukla oynatan bu yaşlı adamın 10 parmağında on marifet ve onlarca takı bulunuyor! Osman Amca’ya her takısı başka bir anıyı hatırlatıyor… Şimdi bu takılardan biri bana emanet!
Günümüzde ise köy köy, kasaba kasaba, gezip halkı eğleyen ip canbazlarının sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bu geleneğin Türkiye’deki son temsilcisi Muğlalı Yakup’un çırağı Özdemir Turan. Aynı zamanda diş hekimi olan, 62 yaşındaki Turan, yıllardır bu eski gösteri geleneğini yaşatmak için uğraş veriyor.
Osmanlı döneminin en meşhur canbazı Üsküdarlı Sipahi’ye göre, o dönemde ip canbazlarının sayısı, yardımcılarıyla birlikte 2.000'i buluyormuş. Çeşitli kaynaklara göre bu canbazlar İstanbul’un Kocamustafapaşa semtinde bulunan Canbaziye Mahallesi’nde yaşıyorlarmış. Hala aynı yerde Canbaziye Sokak, Canbaz Çıkmazı gibi isimler yazan tabelalar bulunuyor.


Konya Karaman'da ise Osmanlı dönemine ait olduğu düşünülen Canbaz Kadı Türbesi
var. Fenari Mahallesi'ndeki kesme taştan inşa edilmiş sekizgen türbenin, giriş kemerinin üstünde Latin alfabesiyle “Karaman Beglerinden II.Ibrahim Beg’in Kadiaskeri Canbaz Kadi Abdurrahman Efendi Türbesi, 1535” yazıyor. 


Türbenin içinde ise bir tane tabut bulunuyor. Fakat burada Cambaz Kadı Abdurrahman’ın ailesinin mezarının da bulunduğu söyleniyor.


Günümüzde bireysel çaba ve gönüllülükle sürdürülebilen bu nostaljik gösteri sanatı neredeyse tükenme noktasına geldi. Türkiye’de bu sanatın köy şenliği havasında uygulandığı son yer ise Manisa’nın Yağmurlu Köyü.


Türkiye’nin ilk yerli sirki olan Avrasya Sirki’nin canbazları her yıl mayıs ayında, direklerini köy meydanlarına kurarak hünerlerini sergiliyor. Unutulmaya yüz tutan bu gelenek Yağmurlu Köyü’nde doğan ve Türkiye’nin ilk yerli sirki Avrasya’nın kurucusu olan Servet Yalçın sayesinde devam ediyor.


Eh!… ev sahibiniz aynı zamanda bir sirkin sahibi olunca muhabbet de sıradışı oluyor.
Servet ve Aylin ilk çocuklarını, okula başlaması gerekene kadar, bir karavanda büyütmüşler… Şimdi Antalya’daki evlerinde, iki çocuklarıyla birlikte, yerleşik hayata alışmaya çalışıyorlar.
Birbirinden ilginç onlarca anı dinlediğimiz bu evde aslandan, kaplandan kedi, köpek gibi bahsediliyor…
Uzun yıllar yılanlarla dans eden Aylin şimdi uslu uslu çocuk büyütüyor!...


Fotoğraflar: Mehtap Doğan + Serdar Güven