Translate

5 Temmuz 2013

Gözetleme Kulesi

En güvenli yer aile mi?

Pelin Esmer imzalı Gözetleme Kulesi, ana akım sinema öykülerinin aksine sadece ailedeki tecavüzcü erkeği deşifre etmekle kalmıyor, kahramanı Seher'in şahsında annelik dayatmasını da sorguluyor.

Mehtap Doğan

Yönetmen Pelin Esmer'in adını ilk kez 2005 yılında gösterime giren Oyun adlı belgeseli sayesinde duymuştum. Mersin'in bir dağ köyünde yaşayan dokuz kadının, kendi hayat hikâyelerine dayanan bir oyun yazıp oynamaları ve bu süreçte geçirdikleri değişimi konu alan film, bir çok ulusal ve uluslararası festivalde ödül kazanmıştı. Esmer, aynı başarıyı yönetmenliğini, senaristliğini, yapımcılığını ve kurgusunu üstlendiği "11'e 10 Kala" adlı sinema filmiyle de elde etti. Çektiği son filmi Gözetleme Kulesi'yle ise başta feministler olmak üzere pek çok kadının gönlünü fethetti. 


Suçluluk duygusundan mustarip iki karakteri, Tosya'nın ıssız ortamında buluşturan ve bizlere kutsallaştırılan aile kurumunu, yüceltilen annelik duygusunu sorgulatan Gözetleme Kulesi'ni, kürtaj yasağının gündeme oturduğu, tecavüze uğrayan Nevin Yıldırım'ın devlet tarafından doğurmaya zorlandığı bir dönemde izledim. Film beni öyle heyecanlandırdı ki aynı gece Pelin Esmer'e yaptığı işi, yarattığı güçlü kadın karakterini çok kıymetli bulduğumu ve buluşup film üzerine konuşmak istediğimi yazmıştım. Nihayet, 20 Nisan Cumartesi günü Sosyalist Feminist Kolektif'in Taksim'deki mekanında filmin gösterimi ve ardından Pelin'le bir söyleşi yapmak üzere bir araya geldik. Türkiye'deki Seher'lerle Nihat'lar üzerine güzel bir söyleşi gerçekleştirdik.

Kutsal şiddet yuvası: aile

Başrolleri Olgun Şimşek ve Nilay Erdönmez'in paylaştığı Gözetleme Kulesi, Pelin Esmer'in ikinci uzun metraj filmi. Sinemanın kadın emekçilerine en iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu ödüllerini getiren film, bir gözetleme kulesine bekçi olarak sığınan Nihat ile, otoyol kenarındaki küçük bir otogarda hostes olarak çalışan Seher'in başkalarından kaçarken birbirleriyle çarpışmalarını konu alıyor. En emniyette hissettiğimiz yerin bir anda cehenneme, en tehlikeli gördüğümüz yerin ise bir sığınağa dönüşebileceğini gösteren film, kadınları köşeye sıkıştıran ataterkil toplumun dayattığı kökleşmiş pek çok kadınlık halini de açığa çıkarıyor. Üniversitede edebiyat okurken güvenli olduğu için "aile" yanına yerleştirilen Seher'in aradığı güveni hiç de tekin olmayan bir otogarda bulması, tecavüz eden dayısını referans göstererek emniyetsiz görünen bir yerde kendisine emniyetli bir alan yaratması, istememesine rağmen inadına büyüyen göbeğini saklama çabaları seyircinin kutsal aile, ensest, taciz, tecavüz, kürtaj gibi pek çok konuyu sorgulamasını sağlıyor. 

Filmde başından sonuna kadar kadın karakterin güçlü gösterilmesi, başına gelenlerden kadının sorumlu tutulmayışı, tecavüze uğrayanın değil tecavüz edenin sorgulanması, doğurduğu çocuğu terk eden, emzirmek, bakımını üstlenmek istemeyen anneyi "vicdansız", tecavüze uğrayan, hamile kalan kadını "namussuz" olarak yansıtmaması gibi pek çok ayrıntı ile film yerli sinemadaki diğer örneklerden kolayca ayrışıyor. Pelin Esmer neden böyle bir meseleyi konu edindiğini ise şöyle açıklıyor: "Otobüsle çok sık seyahat ederim. Hosteslerin anons yaparkenki sesi öyle bir sestir ki makine mi, gerçek mi ayıramazsınız. Mikrofonu ellerinden bıraktıkları andaki seslerini merak ettim. Bu kızın son anonsu olsa dedim ve oradan yola çıktım. Bir şekilde o kızı kamyonların geçtiği bir yolda gördüm ve hikayeyi yazmaya başladım. Bir kadına yaşatabileceğim en dramatik şeylerden biri annelikti. Vicdan meselelerine takılmıştım ve çelişkilerle baş edebilmenin yolunu arıyordum. Burada çok büyük bir çelişkiyi sorgulatabileceğimi hissettim. Benim derdim vicdandı ama annelik üzerinden anlatmayı tercih ettim. Ensest oranları ülkelere göre değişse de tecavüz oranları değişmiyor. Aile gibi kutsal, sorgulamasız en emniyetli olan yerin ne kadar emniyetsiz olabileceğini ya da bir adamın otogarında emniyetin bulunup yola devam edilebileceği göstermek istedim. Kızın tecavüzüne uğradığı dayısının referansını kullanarak işe girmesi, kaçtığımız yerlerin emanet kelimesiyle nasıl güvenli yerlere dönüşebileceğini göstermek adına önemliydi. Bu iki yüzlülük beni buraya itti."


Kadınlara rahat mı batıyor?

İki ana karakter üzerinden vicdan, emniyet, suçluluk, kadınlık, aile, mücadele gibi pek çok kavramın irdelendiği filmin en cesur sahnelerinden biri Seher'in annesiyle buluşma sahnesiydi. Ailesi tarafından emniyetli ellere teslim edilen Seher'in "beni emniyetiniz sikti" isyanına annenin verdiği tepki, derin sessizliği, babanın karşısındaki çaresizliği, mücadelesizliği ve anneyi canlandıran Laçin Ceylan'ın müthiş performansı gerçek hayatta tanık olduğumuz bir anmış hissi yaratıyor. Filmde de gerçeklerin üstü kapatılıyor, dayı annenin durumu kabullenişiyle birlikte "temize çıkıyor"… Kızının ayrı eve çıkmak istemesinden, otogarda kalmasından, çalışmasından rahatsızlık duyan annenin "sana rahat mı batıyor", "dört bekar kızın evi olursa giren çıkan belli olmaz" sözleriyle de toplumun kadına bakışına bir gönderme daha yapılıyor. 

Ailesinden beklediği desteği alamayan Seher, çocuğunu bir otogar ambarında tek başına doğurmak zorunda kalıyor. Bu köhne odada savruluşu, ensesinden boşalan soğuk ter, acıdan kıvranışı, yalnızlığı, çaresizliği daha önce görmediğimiz tecavüzü bize anımsatıyor. Sinemada ilk oyunculuğu olmasına rağmen oldukça başarılı bir performans sergileyen Nilay Erdönmez'in doğum sahnesini bu kadar gerçekçi canlandırması tesadüf değil. "Neredeyse ben bile hamile olduğuna inanacaktım" diyen Pelin Esmer bu sahneye nasıl hazırlandıklarını şöyle anlatıyor: 

"Senaryo aşamasında bir jinekologla çalıştım. Nilay'la doğum izledik. Kendi evinde ve bu şekilde doğum yapmış bir kadınla tanıştık. Bize o anı canlandırmasını istedik. Nilay film için, diyetisyen kontrolünde 10 kilo aldı. O sahnedeki en büyük destekçim bebeğin annesiydi ve bir ebeydi. Günde on defa doğum yaptıran bir kadınla o sahneyi çekmek benim için çok büyük bir şanstı. Özellikle erkek seyirciler doğum sahnesinde çok zorlandılar ve sahne bir an önce bitsin istediler. Bu sahne benim için biraz da tecavüz sahnesiydi. Bir köpek ya da kedi doğurmak için kendisine yer arar ve doğru yeri bulur ya öyle bir şey hayal ettim. Bu yüzden öyle bir mekan seçtim. Hem duyulmayacak hem yalnız olacak hem de iz bırakmayacaktı."

 

Kadın istemese de… 

Tecavüze uğrayan kadının doğurduğu bebeği bir anda kabullenmesi, emzirince dünyasının değişmesi, ona bağlanması, sahiplenmesi, bakımını üstlenmesi, kol kanat germesi gibi Türk sinemasından alışık olduğumuz pek çok klişeye bu filmde rastlamak mümkün değil. Aksine, Seher de tıpkı Nevin Yıldırım gibi doğurmak zorunda kaldığı çocuğunu görmeyi reddediyor. Seher doğum sahnesinde bebekle hiç göz teması kurmuyor. Onu bir çeşmenin yanına bırakıp otogardan uzaklaşıyor. Ancak bu ana Nihat tanık oluyor ve bitkin haldeki Seher'i gözlerden ırak gözetleme kulesine götürüyor. Seher'in bebekten kurtulmasını dilediğiniz hatta "İnşallah bebek ölmüştür" bile dediğiniz bir anda Nihat bebeği Seher'in bıraktığı yerden alarak kuleye getiriyor. Emzirmeyi, giydirmeyi, yıkamayı, uyutmayı, korumayı dayatıyor. Seher’in ölüme terk ettiği çocuğunu kurtararak kendi vicdanını rahatlatmaya çalışan Nihat, Seher ile çocuğunu kendi karısı ve çocuğu yerine koymaya başlıyor. Film boyunca kaderine direnen Seher'in özgürleşme çabasının bir erkek tarafından son bulmasına ilişkin eleştirileri de Pelin Esmer şöyle cevaplıyor: "Onu bir sığınma ya da zayıflık olarak görmedim. Her ikisi de farklı sebeplerden dolayı vicdan meseleleriyle ilgili bir savaş veriyor ve birbirleri hakkında başka kimsenin bilmediği çok temel bilgiye sahipler. Bu iki insanların yola devam ederken birbirlerine dokunmadan değil dokunarak geçmelerini tercih ettim. Müdahale gibi gördüğümüz bazı şeylerin yol almadan önce bize soluklanma fırsatı tanıyabileceğini düşünüyorum. Burada da Seher'in kararına kalmış bir yerde bıraktım. Seher'in hayatı boyunca sırtında taşıyacağı çok ağır bir bavulu var. Bavulunu ara sıra yere koyup nefes alması lazım. Bu nefesi veren eğer Nihat'sa benim için bir sakıncası yok…"

Mutlu son!

Zaten finale doğru olan bol diyaloglu şimşek sahnesinde Pelin Esmer, kadının safında olduğunu bir kez daha gösteriyor ve Seher'e, "doktora da gittim, geç kalmışsın dediler", "bana sordun mu bebeği getirirken" gibi cümleler kurdurtarak erkek egemen sistemi sorgulatıyor. Esmer, "Keşke her kadın isteyerek doğursa ama böyle bir şey yok ne yazık ki... Seher çocuğun yüzüne bile bakmadım diyor, bunun bir nedeni var. Niye bakmıyor? Kendini korumak için, korkuyor çünkü bağlanmaktan… Kendim tecrübe etmememe rağmen fiziksel temasın etkili olduğunu düşünüyorum. Adama karşı en büyük kızgınlığı da onu emzirtmesini istemesinden kaynaklanıyor." Kürtaj tartışmalarının film bittikten çok kısa bir süre sonra çıktığını söyleyen Esmer, "Biraz daha önce çıksaydı ben o diyalogları yazamazdım" diyor. 

Filmin sonunu yazmayalım elbette, zaten Esmer de filmin finalini herkesin hayal gücüne bırakıyor. Aslında filmde sonuçtan öte sonuca götüren nedenler çok daha etkileyici. Seher'in tecavüzle yıkıma uğramaması, kaderci davranmaması, ailesine sığınmak yerine evinden uzaklaşması, dayısının referansıyla bulduğu işte kendisine güvenli bir alan yaratması gibi pek çok ayrıntıyla, başına gelenlerden Seher'in değil sistemin sorumlu olduğu mesajı veriliyor. İzleyenlere tecavüze uğrayan kadın değil tecavüz eden erkek suçlu dedirtiyor.


Hiç yorum yok: